Güncel

Dzagiçler arasında karanfil olmak!

Sınıflı toplum içinde baskı, dayatma, sömürü ortamında eşit özgür bir yaşam mümkün değildir. Sınıfsız- sömürüsüz özgür bir yaşam ancak ezilen sınıfın kurtuluş mücadelesi içinde kurulmaya başlar. Davaya sınırsız adanmak; sınıflı toplumun beynimize, duygu ve davranışlarımıza yüklediği anlamlardan arınmakla mümkün olabilir. Arınmak denildiğinde anlaşılması gereken aklanıp- paklanmak, güzel temiz kıyafetler giymek, düzgün konuşmak vs. değil; zihinsel ve maddi, pratik bir kopuş sınıflı toplum yaşamını reddetmenin ta kendisidir.

Elbette böyle bir dünya kurmak o kadar basit ve salt duygularla gerçekleşecek bir şey değildir. Çetin, uzun ve zorlu bir mücadele, kararlı bir yürüyüş gerektirir. Bu ne bir hülyadır, ne de bir rüya, bu sağlam ve kararlı bir irade ile umudun kendisidir. Bunu istemek, buna inanmak, inanmak da istemin duygusudur.

Tabii duygu işi olmayan, ancak duygusuz da yürünemeyecek olan bu yolda, her şey rahat ve hemen hedefe varılacak denli kolay olmaz. Birçok engel çıkacaktır. Sağlı- sollu keskin virajlar, ürpermeye neden olacaktır. İnişli-çıkışlı yürüyüşte yokuşu tırmanmak, yorgunluğu düşünmemek, inerken sendeleyip yuvarlanmadan ilerlemek basit değildir. Ola ki savrulduk virajda, yorulduk yokuşun bir evresinde, mesela inerken tökezleyip kapandık yere… Mesele; düşmek, yaralanmak değil; yola çıkmamak, acıyı hissetmekle ayağa kalkıp yürümeye devam etmektir. Bunun için yürekteki umudu, sevgi ile harmanlayarak, ateşi harlayabilirsek bedeni saran bilincimizin karanlığı aydınlatan düşüncelerimizin gelişimiyle korku yok olur yürüyene…
Peki böylesi çetin, zor ama bir o kadar da kutsal olan bu mücadele ile yürümeyi nasıl dayanıklı ve istikrarlı kılabiliriz?

Öncelikle bu yürüyüşü bireysel olarak tek başımıza sürdürmemiz imkânsızdır. Öznelci yaklaşmadan, bilimsel temelde kendimizi yürüyüşün nesnel koşullarına hazırlamalıyız. Bunu ancak doğru, bilimsel bir yöntem kullanarak sağlayabiliriz. Rehberimiz olan Marksizm- Leninizm- Maoizm (MLM) bu konuda bize doğru ölçüler sunmaktadır. Uyumlu hareketin ve yaklaşımın önemine ilişkin ışık tutacak düşünce için, Başkan Mao’ya kulak verelim. Mao; “Piyano çalmayı öğrenin. Piyano çalarken sadece parmağı hareket ettirmek yetmez, on parmağı da oynatmak gerekir. Ama on parmağın tümünü birden aynı anda tuşlara basarsak, ortaya hiçbir ezgi çıkmaz. Ortaya iyi bir müziğin çıkması için on parmağın da uyumlu ve düzenli hareket etmesi gerekir” (Mao Zedung, Seçme Eserler, 4. cilt, syf:358) İşte bu bize yalnız yürümenin yetmeyeceğini, adanmışlık ile kolektif olarak hareket etmenin ne kadar önemli olduğunu gayet yalın bir şekilde anlatmaktadır. Devam edelim Başkan Mao’ya: “… Bir Parti komitesi, merkezi görevine dört elle sarılmalı aynı zamanda bu görevi esas alarak öteki alanlardaki çalışmasını da genişletmelidir. Bugün birçok alanda çalışmak zorundayız”(Age.sf:358). Yürüyüşümüzün her alanında (okuldan fabrikalara, köylerden zindanlara) karşılaştığımız sorunları, mevcut koşullar içindeki durumumuzu ve gerçekliğimizi anlatmaktadır. Her alanda on parmağımız uyumlu çalışıyor mu?

“… Bütün bölgelerde, bölgelerde bütün silahlı birliklerde ve bütün kesimlerde çalışmalara göz kulak olmalıyız; bazı sorunları bir yana itip, bütün dikkatimizi birkaç soruna vermemeliyiz. Nerede bir sorun çıkarsa, onun üzerine gitmeli ve bu yöntemi kullanmada ustalaşmalıyız. Bazıları iyi piyano çalar, bazıları da kötü; çıkardıkları sesler arasında büyük fark vardır. Parti komitelerinin üyeleri iyi ‘piyano çalmayı’ öğrenmelidir” (Age-syf:358)
Yeni bir dünya kurmak, bunun için değiştirip dönüştürmek gerekiyor ve toplumsal değişimin o denli basit olmadığını, değiştirip- dönüştürmeye önce kendimizden başlamamızın ne kadar elzem olduğunu Başkan Mao’nun piyano metaforunda görüyoruz. Belli bir şekilde davranmaya, düşünmeye alışmış ve şekillenmiş bir kişiliği değiştirip yeni bir insan yaratmak, “yeni dünya” kurma iddiamız kadar büyüktür. Onun için de iddiamızı gerçekleştirmek için tutarlılık, kararlılık, adanmışlık gerektiği ve inanıldığında neleri değiştirileceği; Sovyetler, Çin, Vietnam, Küba’da ve tüm olumsuzluklara rağmen başarıya ulaşan sayısız mücadelenin sonuçlarında ortaya çıkmıştır. Değerlerle yazılmış mücadele tarihi bize bunu gösteriyor.
İnsan, doğası gereği hep bir şeyler ister. Ama istenilen şey mücadeleyle mi elde edilecek, yoksa kendiliğinden mi gerçekleşecek?

Hep dile gelen “Nasıl örgüt istiyoruz?” sorusunu oluşturan o duygu, isteği belirleyen yönün kendisidir. Parti için de; özellikle gerillanın vurup, savaşı yükseltmesi ve çoğaltması beklentisi ve isteği vardır.
Nasıl ki bizler Parti’den böyle şeyler bekliyorsak, Parti de bizden görev ve sorumluluklarımızla yürümemizi; arınarak, adanmış bir şekilde harekete kendimizi sunmamızı bekler. Görevleri küçümseme ya da henüz hazır değilim, yapamam gibi bahanelerin ardına sığınarak- sığınırsak, nasıl gelişeceğiz- ilerleyecek ve hedefe ulaşabileceğiz? Zamanımızı, yaşamımızı Parti’nin ve mücadelenin ihtiyaçlarını karşılama noktasında kullanmıyorken, karşı devrimcilik edebiyatı yaparak, örgütlü söylemler kullanarak mı savaşı büyüteceğiz? Küçük burjuva alışkanlıkların devrimci biçime bürünmüş yaşamlara sorgulanmadan elbette yapılamaz.

Yapmamız gereken “başarılamaz” tespitleri koyarak değil, bundan arınarak hangi görev veriliyorsa, verilen görevi gerçekleştirme potansiyelimizi açığa çıkarmaktır. Parti görev veriyorken, görevlendirdiği yoldaşı tanıyarak hareket eder, sırf iş olsun diye görevlendirme yapmaz. Verilen görevlerle bu yüzden yetinmemeli, daha ilerisine talep etmeliyiz. İşte bunu başardığımız oranda görevleri başarır ve istediğimiz partinin konum, durum ve gücüne erişebiliriz.
Sonuç olarak biliriz ki sınıf savaşımı neden-sonuç ilişkisiyle nesnel koşullar içerisinde yürümekle mümkündür. Hiçbir öznelci yaklaşım bu savaşımı sürdüremez. “Devrimci savaş kitlelerin yürüttüğü bir faaliyettir. Genellikle önce öğrenip sonra yapılacak bir şey değil, önce yapılıp sonra öğrenilecek bir şeydir” (Mao, Seçme Eserler Cilt 1, sf:244). Biz de görevlerimizi yaptıkça öğrenecek, öğrendikçe gelişeceğiz.

“Umudu Tohumca Büyütmek” için “sınırlı yaşamları” mızı, “sınırsız bir davaya” tam adayacağız. Proletarya Partisi’nin yürüyüşü budur ve bu kutsal mücadelede şehitlerimizin bize mirasını; onlar gibi yürüyerek, onlar gibi savaşarak yaşatacağımızı unutmamalıyız.

Yüzümüzü dağlara, gönlümüzü kavgaya, bilincimizi MLM’nin aydın izinde giden Parti’mize adayarak dzagiçler arasında doluşan karanfiller olmalıyız. Güneşimizi sıcak, uçsuz bucaksız yalçın dağları yoldaşımız, ırmakları hayat suyumuz, ağaçları- canlıları sırdaşımız bilerek yürüyelim. “Önümüzde çetin ama şanlı mücadele günleri var. Sınıf mücadelesinin denizine bütün varlığımızla atılalım.” (İbrahim Kaypakkaya, Seçme Yazılar. Sf:232)
*Dzagiç: Ermenice çiçek demektir.
2 No’lu F tipi Hapishane Tutsak Partizan/Tekirdağ

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu