GüncelMakaleler

SENTEZ | Ayasofya’nın Camiye Çevrilmesi Üzerine… Hakikat Değişmeyecektir!

Fatih Sultan Mehmet, Yavuz, Kanuni, Necip Fazıl, Erbakan ve Recep Tayyip Erdoğan ile devam eden süreçte Türk-İslam yayılmacılığı hortlatılmak isteniyor.

Bazı kararlar, insanlığın gelişim evresinde aradan yüzyıllar geçmiş olsa dahi her zaman minnetle, saygıyla anılırken bazı kararlar ise ibretle insanlığın tarih sayfasında yer alırlar.

Son aylarda Ayasofya [HagiaSofia] Kilisesi üzerinde yürütülen ve gündem oluşturan tartışmalarda, insanlığın hizmetinde bir miras olan mabedin “kılıç hakkı” gerekçe gösterilerek camiye dönüştürülmesiyle tarihe kara bir leke olarak not düşülmüştür.

Bugün insanlığın ortak değerleri arasında bulunan, aynı zamanda Hıristiyan dünyasının en değerli varlıklarından sayılan Ayasofya Kilisesi, 537 yılında Bizans imparatoru Justinyen tarafından yaptırılmıştır. Görkemli mimarisi, aynı zamanda dünyanın en büyük kubbelerinden birine sahip olması gibi özellikleri onu önemli kılar. Aradan yüzyıllar geçmesine rağmen ihtişamı ile büyülemeye devam etmesi, Ayasofya’nın uygarlık düşmanı gericiliğin hedefinde olmasını doğurmuştur.

Ayasofya ilkin kilisedir. Kilise olarak inşa edilmiştir. Hıristiyan teolojisine ve geleneklerine göre, mabed inşa edildikten sonra merum, yani kutsal yağ ile mühürlenir. Bu olay Hıristiyanlığın mührü anlamını taşır. Yani onanır. İlk ve Son’dur. Bundan sonraki kılıç zoruyla değişimlerin hükmü yoktur.

Allah katında da karşılık bulmaz. Aynı yeni doğan bir bebeğin Hıristiyanlığa geçmesi için vaftiz ile olup merum ile kutsanması gibi. Yoksa dinen hiçbir zaman Hıristiyan olarak kabul edilemez.

Orta Asya’dan Batı’ya göç eden Türki kabilelerin zamanla kılıç zoruyla kendinden olmayan uygarlıkları yok edip, topraklarını, tarihi eserlerini ele geçirip uygarlıkları yok etmesi ve bin yıl hakimiyetini sürdürmesi ancak Türk hakim sınıflarına mahsus olmuştur.

Aradan yüzyıllar geçmesine rağmen halen bu özelliklerinden hiçbir şey kaybetmeden yağma, talan, işgal ile Ortadoğu halklarına karşı bugün de tehdit olmaya devam ediyor.

“Kılıç hakkı”nı savunmak, barbarlıktır!

Bizanslılar tarafından inşa edilen kutsal mabed, 900 yıl Hıristiyan alemi için hizmet vermiştir. 1453 yılında İstanbul’un Osmanlı tarafından fethiyle birlikte dört minare ilave edilen kilise, camiye çevrilmiştir.

Uzun yıllar cami olarak kullanılan kilise, İttihat ve Terakki’den gelme yeni Türkiye kurucusu M. Kemal tarafından ise emperyalistlere “laik”lik göstergesi olarak, 1934 yılında müze statüsüne çevrilmiştir.

TC devleti, 24 Temmuz 1923 tarihinde uluslararası alanda, Lozan Antlaşması’yla tanındı. Anlaşmada azınlık milliyetlere ilişkin hükümlerde bulunuyordu. Fakat bundan sonra yaşanan süreç, Osmanlı döneminden farklı olmamış, Hıristiyan halklar Rum, Süryani, Yahudi ve Rumlar çeşitli dönemlerde yaşanan pogromlar ile yaşadıkları topraklardan göç etmeye zorlanmışlar, mal varlıklarına ve zenginliklerine el konulmuştur.

Bu inanç ve milliyetleri ifade edecek kültürel ve dini yapılar, sistemli bir devlet politikasıyla izi kalmayacak şekilde yok edilmişlerdir. Bu “görev” önemli oranda başarılı olduktan sonra sıra Müslüman olan ancak Türk olmayanlara gelmiştir. Kürt ulusu aynı şekilde kırım ve katliamlara maruz kalırken herkesi Türk ve İslam olarak dönüştürülmeye zorlanmışlardır.

Aradan yüzyıllar geçtikten sonra Türk hakim sınıfları İstanbul’un fethini kutlamaya başlamışlardır. İstanbul’u yeniden fethedenler İttihatçılar olacaktır. Osmanlı iktidarının ele geçiren İttihatçılar, toplumdaki Türk milliyetçiliğini teşvik etmek için kimi bayramlar icat etmişlerdir.

Bu bayramlar arasında İstanbul’un fethi de vardır. İlk kutlama, Mayıs 1914’te yapılmıştır. Zamanla geri plana itilen bu fetih kutlamaları, 1950’li yıllardan itibaren özellikle Türk faşistleri açısından yeniden talep edilmeye başlanmıştır. Bu talepler de özellikle Ayasofya’nın camiye dönüştürülmesi ön plana çıkmıştır. Bu gösteriler Hristiyan azınlıklara karşı girişilen yağma ve talan gösterilerine dönüşmüştür.

Lozan Antlaşması’nda güvence altına alınan azınlıkların kiliseleri, havraları, mezarlıkları, dini kurumları saldırılar ile yakıldı veya yıkıldı. Ayakta kalabilenler ise camiye çevrildi. Sözde aydınlar, yazarlar yani kaleminden kan damlayan devletin düşünürleri, bu barbarlığı meşrulaştırmak için “kılıç hakkı” olarak formüle ettiler.

Trabzon ve İznik’te bulunan Ayasofya müzeleri camiye çevrildi. Kıbrıs’ta dahi Ayasofya Kilisesi adı Selimiye Camii olarak değiştirilmiş ve cami yapılmıştır.

Cami yapılmak istenen Van’da bulunan Akhtamar Kilisesi bir dönem Haç’sız olarak senede bir kere ibadete açılmıştır. Yine Türk basını burada da manipülasyon yapmayı ihmal etmemiş adını kilisenin “Akdamar” olarak kamuoyuna lanse etmiştir.

Paradigmanın değişimi; İslam Cumhuriyetine geçiş mümkün mü?

İslamcı Türk faşizminin yıllardır dillendirdiği Ayasofya’nın camiye dönüştürülmesi talebi, bir yıl önce şiddetle karşı çıkmasına rağmen R.T. Erdoğan tarafından gerçekleştirildi.

R.T. Erdoğan bu adımını Danıştay kararı ile attı. TC yargısının içinde bulunduğu durum düşünüldüğünde bunun danışıklı bir yargı kararı olduğu açıktır. M. Kemal’in kararıyla 24 Kasım 1934 tarihinde Ayasofya’yı müze statüsüne dönüştüren kanun, Erdoğan kararnamesi ile 86 yıl sonra değiştirilmiş ve Ayasofya tekrar camiye çevrilmiştir.

R.T. Erdoğan’ın iç politikada hızla kaybolan oylarını telafi etmek için, her zaman sıkıştığında Türkiye gündemini “camii, başörtü” vb. sorunları ile meşgul ettiği biliniyor. İzlenen bu politikalar siyasal İslam’ı Türkiye’de adım adım hedeflerine ulaştırmıştır.

Türkiye’de siyasal İslam’ın Necip Fazıl Kısakürek ile başlayan “Ayasofya açılsın” talebi, 12 Eylül 1980 askeri darbesi sonrası yükselen Kürt Ulusal Özgürlük Hareketi’nin önünü kesmek için Necmettin Erbakan’ın sahneye sürülmesi ve onunda bu talebi sıklıkla dillendirmesi ve ardından 2003’te iktidara gelen R.T. Erdoğan’ın, 2023 yılına kadar siyasal İslam Cumhuriyeti için son noktayı koyması ile “süreç tamamlanacak mı?” sorusu önem taşıyor.

Fatih Sultan Mehmet, Yavuz, Kanuni, Necip Fazıl, Erbakan ve Recep Tayyip Erdoğan ile devam eden süreçte Türk-İslam yayılmacılığı hortlatılmak isteniyor. Bunun vazgeçilmez unsurlarından olan camii inşaatları başta gelmektedir.

Resmi okullardan fazla olan camii sayısı yetmiyormuş gibi Kuran kursları ile çoğalmaktadır. Değişimin ana simgelerinden olan AKM’nin yıkılarak karşısına Taksim camisinin inşası, İstanbul’un en yüksek yerine Büyük Çamlıca camisinin inşası, Levent’te inşa edilecek cami hakimiyet ile güç gösterisidir.

İhtiyacın ürünü değildir.

Arzu edilen 2023 hedeflerine adım adım yaklaşılırken,adı konulmamış bir rejim inşa edilmektedir. TSK, AYM, Danıştay, Sayıştay, HSYK, Polis, Jandarma, Rektörler ve MİT… Bütün kurumlar tek elde Saray rejiminde toplanırken,tüm İslam aleminin “lideri” durumuna getirilen R.T.Erdoğan’ın ilan edilecek Şeriat rejiminde, ilk Halife olması planlanıyor.

Bu durum Batılı emperyalistlerin, Ortadoğu ve günümüzde Kuzey Afrika gibi bölgelerdeki amaçları ile örtüşmektedir. Türk devleti bölgedeki kimi ülkelere saldırılarda bir koçbaşı, Truva Atı misali kullanılmak istenmektedir.

Bu açıdan “laisist, Batıcı” görünümlü bir Türkiye yerine Türk İslam görünümlü bir devlet daha yararlıdır. Aslında emperyalistlerce istenilen şeylerden biri “Müslümanın Müslümana kırdırılmasındaki” rahatlıktır. Bu bağlamda AKP eliyle getirilmek istenen hilafet ya da siyasal islam denilen ve Türk-İslam senteziyle ideolojik zeminini bulan faşist zihniyet başta ABD olmak üzere birçok emperyalist güç tarafından yer yer örtük yer yer de doğrudan desteklenmektedir.

Ancak, tek kelimeyle bu halk gerici kuşatmaya müsaade etmeyecektir.

Ayasofya konusunda mutabakat, Yenikapı ruhu şahlandı!

R.T. Erdoğan dün söylediklerini eğer bugün inkar ederse hiç şaşırmayın. Devletin en yetkili ve etkili kurumlarını birlikte paylaştığı F. Gülen için “kandırıldık” demişti.

Gazze’ye Filistinliler için yardım götüren gemide öldürülen 9 kişi için “giderken bana mı sordular?” demesi henüz hafızalardan çıkmadı.

Aynı şekilde dün Ayasofya’nın ibadete açılmasını talep eden yandaşlarına şöyle diyordu: “Sultanahmet camisini dolduramıyorsunuz, bunun yaratacağı sorunları göremiyorsunuz. Bu kararın faturası bizim için çok daha ağırdır. Bizim dünyada binlerce camimiz var, bunların hesabını yapmamışlar. Ben bir siyasi lider olarak bu oyuna gelecek kadar kendimi kaybetmedim.”

En önemlisi Ayasofya’nın camii olmasını isteyenler için “provokatörler” demişti. Yine bugün “artık o eski Türkiye geride kaldı”, “bağımsızlığımızın ihmali” diyerek, dün söylediklerini inkar ve reddetmiştir. Bugünkü koşullarda artık 18 yıllık iktidarın sonuna yaklaşırken, kendisi de bu çıkmazdan kurtulamayacağının farkındadır. Son kozlarını kullanmaktadır.

En hassas konuların gündeme gelmesinde oluşan ulusal mutabakat, kendini burada da bir kez daha göstermiştir. Tasfiye saldırıları ile karşı karşıya bulunan HDP dışında bütün partiler aşağı yukarı aynı söylemde bulunmuşlardır.

HDP’nin eş başkanlarından milletvekillerine, kayyum atanan belediye başkanlarına, parti yöneticisi ve taraftarlarına kadar herkes devlet terörü altında kalırken, sesi susturulmak isteniyor.

2017, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde halkın düzene olan öfkesini hayal kırıklığına uğratarak, güvensizlik oluşturan Muharrem İnce “eğer davet olursa açılış namazına da katılırım” diyerek yine şaşırtmadı.

Artık bu son R.T. Erdoğan yanlısı açıklamasından sonra siyasal hayatını sonlandırmış oldu. İBB’de ise AKP-MHP-CHP oyları ile Ayasofya camii ve külliyesi olarak kabul edilmesi kararı oy birliği ile onandı.

CHP ise “dine karşı algı oluşturmamak” amacıyla “yapın destekleriz” diyerek gerçekte mirasçısı olduklarını iddia ettikleri M. Kemal’in müze kararını dahi savunamamıştır.

Hakikat değişmeyecektir!

2005 yılında Türkiye’nin de dahil olduğu “Medeniyetler İttifakı”nın amaçları arasında bulunan farklı din, kültür, inanç toplulukların barış, hoşgörü, saygı çerçevesinde, toplumların dayanışması için oluşturulan birliğin artık inandırıcılığı kalmamıştır.

TC’nin dünya ülkelerine şirin görünmek, algı oluşturmak için çabaları işgalci, fetihçi ve ilhakçı barbar yüzünü gizleyememiştir. Bu duruma ABD’den AB’ye kadar birçok ülkeden tepkiler gelirken, yaptırım tasarıları tartışılmaya başlanmıştır. Ancak bunlar ikiyüzlü tepkilerdir.

1985 yılında UNESCO (Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü) tarafından insanlığın dünya mirası listesine alınan Ayasofya Kilisesi bugün barbarlık tehlikesiyle karşı karşıyadır. Paha biçilmez, ikonlar, freskler ve mimari yapısı korunmalı ve kollanmalıdır.

1997-2002 yılları arasında Dünya Anıtları Fonu ile restore edilen kilise korunmuş nesilden nesile taşınması sağlanmıştır. Bu değerlerin farkında olmayan “profesör” ünvanlı cahil yaratıklar tarafından resimlerin yıkılması savunulmaktadır.

Türkiye insanlığın mirası olan bu eseri bugünden sonra artık koruyamayacağını göstermiştir. Müze olarak elde edilen gelirden de vazgeçmek istemeyen zihniyet, Ayasofya’yı sadece dini olarak değil maddi olarak da bir rant kapısı olarak görmektedir.

Bu durum Ayasofya’yı ziyaret adı altında Türkiye ile Avrupa’dan turlar düzenlenmesi planlarında görülmektedir. İktidar bütün dini hamasetine rağmen paradan da vazgeçmemekte, Ayasofya’yı turu adı altında “İslami” bir sektör haline dönüştürmektedir.

Sözde “Medeniyetler İttifakı” içinde yer alan TC İslamcı faşizmin yıllardır dillendirdiği Ayasofya’nın cami olması talebini yerine getirirken, bunu bir kampanya olarak ele alıyor. 24 Temmuz 2020 gününün seçilmesi ve Cuma namazının kılınması bile nedensiz değildir.

Kilisede bulunan yüzyıllardır halen varlığını koruyan ikonlar, freskler, Meryem Ana resimleri kılınacak Cuma namazında sorun oluşturacağı gerekçesiyle kapatılmak, karartılmak, silinmek, lazerlerle bozulmak isteniyor.

Ki daha önceki örnekler dikkate alındığında bu tehlike vardır. Trabzon’daki Ayasofya kilisesinin camiye çevrilmesi ve ortaya çıkan tablo bilinmektedir. Ayasofya içinde bu tehlike vardır. Ama hakikat değişmeyecektir!

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Diğer içerik
Kapalı
Başa dön tuşu