GüncelMakaleler

Sentez | TC: Mafya-Çete-Kontrgerilla Devleti!

"Sedat Peker’in her gün kamuoyuna yansıyan ifşaatları, ezilenlerin nasıl sömürüldüğünü çok daha açık bir şekilde gösterirken gelişen süreç bize de buna karşı daha güçlü çıkışlar ve tepkiler verme sorumluluğu yüklemektedir"

Ezen, sömüren, gasp eden her devletin iç yapısında ayrıca yasa dışı yapılanmalar vardır.

Devletlerin organik birer parçası olan bu yapılanmalar devrimci, yurtsever ve muhalif güçleri bastırmak, geriletmek, kayıplar verdirmek, moral ve motivasyonu bozmak hedefiyle kurulan ve yasadışı misyon ve roller üstlenen örgütlenmelerdir. Bu örgütlenmeler, değişik ülkelerde ve değişik zaman dilimlerinde farklı muhteva ve biçimler alsa da devletlerin karakterlerinin bir parçası olan yapılardır.

Amaç; sömürü, zulüm ve katliamların damgasını vurduğu mevcut devlet yapısını korumak ve ömrünü uzatmak, düzeni, alt ve üst yapısıyla devam ettirmek, bunun için de önünde engel teşkil eden güçleri hedef almak, muhalif güçleri bastırmak ve yok etmektir.

Egemen sınıfların devlet aygıtının kendi çizdikleri yasalar çerçevesinde yürüttükleri savaş yöntemi onlar tarafından nizami harp olarak tanımlanır. Ancak kendi yasaları dışında nizami harpten farklı olarak, kendi yasaları dışında bir savaş yöntemi de her daim vardır. Bu yasadışı örgütlenme askeri terminolojide ‘Gayri-Nizami Harp’ ya da ‘Düşük Yoğunluklu Savaş’ olarak tanımlanır.

Amaç, kendi çıkarları doğrultusunda ülke içi ve ülke dışında gayri-nizami askeri örgütlenmelerle kendilerini tehdit eden güçleri sindirmek, bu güçleri bertaraf etmektir. Elbette bunu herhangi bir siyasi, yasal sorumluluk altına girmeden gizlice yapmaktır.

Nitekim Amerika ve Avrupa emperyalistlerinin tarihine bakıldığında hem kendi iç yapılarında, hem de dış ülkelerde ‘Gladio’, Gayri-Nizami kontr-gerilla örgütlenmeleri oluşturulmuştur. 2. Paylaşım Savaşı sonrası Çin, Kuzey Kore, Vietnam, Kamboçya, Laos, Latin Amerika, Türkiye ve birçok ülkede Gayri-Nizami Harp tarzına başvurulmuştur. Türkiye’de 2000’lerde Gayri-Nizami savaş tarzında dini motifli değişikliklere gidilmişse de, Gayri-Nizami Harp yaklaşımı ve örgütlenmesi özellikle devam ettirilmiştir.

TC devlet tarihine bakıldığında da, böylesi Gayri-Nizami Harp örgütlenmelerinin kuruluşundan itibaren Osmanlı’dan devralınan geleneklerle sürdürüldüğü ve yeniden yapılandırıldığı görülecektir. Türk hakim sınıfları, daha 1923 öncesi henüz TC devleti kurulmadan böylesi yasa dışı harp örgütlenmesine gitmiştir. Yasal ve yasal olmayan bu kurumlar iç içe geçmiş ve birbirlerine hizmet eden bir rol oynamışlardır.

Bu kurumlar Türk devlet tarihinin her evriminde, her jeo-politik dönemde, kendi iç ve dış yapılarında farklı biçim ve roller üstlense de, özünde, iktidardaki hakim sınıfların çıkarlarına göre devamlı dizayn edilmişlerdir.

Bu günümüzde TC’nin içinde bulunduğu dönem için de geçerlidir. Kuşkusuz emperyalistlerin gerek coğrafyamızda gerekse de Ortadoğu’da yürürlüğe soktuğu politikalar ekseninde ortaya çıkan konjektörün ihtiyaçları ekseninde farklı biçim ve motifler alarak yeniden yapılandırılarak sürdürülmektedir.

Bugün Gayrı-Nizami Harp veya kontr-gerilla, onunla içi içe geçen çete-mafya devlet ilişkilerinde dengelerin yeniden kurulduğu bir dönemden geçiyoruz. Çeşitli Gayri-Nizami Harp dönemleri, kontr-gerilla, JİTEM, Gladio, Türk İntikam Tugayı (TİT) ve bunlarla ilişkili çete-mafya ilişkileri patlayan irin misali teker teker kamuoyuna yansımaktadır.

Bugün AKP iktidarı, devletin bu gerçek yüzünü; din, milliyetçilik, vb. kisvelerle bile kamufle etmekte iyice zorlanıyor. İçine girdiği ekonomik ve siyasal kriz, Suriye’de işgal ettiği bölgelerde cihatçı örgütlerle kurduğu ilişki; Azerbaycan’dan Batı Avrupa’ya muhaliflere yönelik mafya-çetelerle birlikte yürüttüğü Gayri-Nizami Harp politikaları teker teker açığa çıkıyor.

Faşist mafya-çete lideri Sedat Peker’in itiraflarıyla açığa çıkan gerçekler, devrimci-komünist ve yurtsever güçlere yönelik yürütülen savaşa, halkımızın emeği ve alınterinin bir avuç asalak tarafından nasıl sömürüldüğüne dair çarpıcı bilgiler her gün su yüzüne vuruyor.

Nitekim toplumsal düzeyde açığa çıkan çelişkilerin yarattığı baskılanmaya, gelinen aşamada bir çözüm bulamayan sistem kendi içinde bir hesaplaşmaya girmiş bu da devletin gerçek mafya-çete ve kontr-gerilla niteliğini de ele vermiştir.

 

Devletin Gayri-Nizami Harp Tarihi ve Suçları!

Türk devletinin geçmişi aynı zamanda Gayri-Nizami Harp örgütlenmesine tekabül eden sayısız teşkilat ve yapıyla doludur.

Teşkilat-ı Mahsusa, JİTEM (Jandarma İstihbarat ve Terörle Mücadele), TİT (Türk İntikam Tugayı), Esedullah Timleri ile mafya çeteleri gibi yasa dışı ve zor kullanan örgütlenmeler devletten ayrı, onun bilgisi ve kontrolü dışında değil aksine tamda devletin karakterinin bir gereği olarak oluşturulmuş ve faaliyete sokulmuşlardır.

Devletin bir parçasını oluşturan bu örgütlenmenin bir ayağı, sözlük anlamıyla “yasa dışı işler çeviren, bu işleri yaparken cinayet bile işlemekten çekinmeyen bir tür gizli örgüt” olan mafya örgütlenmesidir. Öyle ki devlet, denilebilir ki mafya örgütlenmesinin bir yansıması ve izdüşümüdür!

Daha TC kurulmadan önce gerçekleştirilen Ermeni Soykırımında aktif rol alan Teşkilat-ı Mahsusa bir Gayri-Nizami Harp örgütüdür. Soykırımdan evvel İttihat ve Terakki Cemiyeti (İTC) tarafından oluşturulan, yasa dışı, dönemin kontr-gerillası ve mafya örgütü olan Teşkilat-ı Mahsusa soykırımın arifesinde 1913 yılında batıdan Erzurum’a taşınmış ve 1915 soykırımında aktif rol almıştır. Mustafa Suphi ve yoldaşları dönemin mafya-çeteleri tarafından Karadeniz’de katledilmişlerdir. “Kurtuluş Savaşı”nda Karadeniz’de Rumlar Topal Osman önderliğindeki çeteler, 1921’de Koçgiri’de Alevi Kürtler, Sakallı Nurettin önderliğindeki Gayri-Nizami çeteler tarafından katledilmişlerdir. Bu çeteler o günün koşullarında mafya karakteri taşıyan örgütlerdir.

Bu örgütlenmeler TC kurulduktan sonra da varlıklarını devam ettirmişlerdir.

İkinci Paylaşım Savaşı sonrası ABD’nin yarı-sömürgesi olan TC, NATO içinde konumlanmıştır. ABD emperyalizmi dönemin konjonktürüne göre dünya çapında yasadışı Gayrı-Nizami Gladio ve kontr-gerilla örgütlenmesine gitmiştir. İkinci Paylaşım Savaşı’ndan Sovyetler Birliği’nin güçlenerek çıktığı, dünyanın birçok yerinde sınıfsal ve ulusal devrimlerin yaşandığı ve bu hareketlerin geliştiği, dünya çapında devrimci durumun yükseldiği, gerilla savaşının yayıldığı bir dönemde ABD emperyalizmi bu tarz örgütlenmelere ağırlık vermiştir.

Bu karşı-devrimci, gizli, çete-mafya örgütlenmesi Türkiye’de yeniden yapılandırılarak dönemin tehdit unsuru güçlerin üzerine salınmıştır. 1952’de NATO’ya üye olan Türkiye’de, aynı tarihte başkenti Ankara’da, Amerikan Askeri Yardım binasında yasadışı kontr-gerilla örgütlenmesi oluşturulmuştur. Temelleri CIA tarafından atılan kontr-gerilla örgütlenmesi giderek ülke çapında öne çıkarılmıştır. Yasal statüsü olmayan bu örgütlenme ile faşist unsurlar kayıt dışı örgütlenmiş, gizli silah depoları oluşturulmuş, askeri olarak ülkücülerin eğitildiği komando kampları oluşturulmuş, kontr-gerilla için paramiliter üyeler yetiştirilmiştir.

Daha ilk oluştuğu yıllarda Genelkurmay Başkanlığı’na bağlı Özel Harp Dairesi çatısı altında illegal örgütlenmeye giden kontr-gerilla, mafyavari saldırılar gerçekleştirmiştir. Gladio’nun Türk kolu olan Seferberlik Tetkik Kurulu’yla beraber kontr-gerilla 6-7 Eylül 1955’de İstanbul’da Rumlara ve Ermenilere saldırmıştır. Saldırı ile Rumlar ve Ermenilerin evleri, işyerleri, mal varlıkları, okulları, kiliseleri hedef alınmıştır. Onlarca Rum katledilmiş, yüzlerce Rum yaralanmıştır. Rumlar kitlesel olarak göçe zorlanmış, mal varlıklarına el konulmuştur.

Devrimci mücadelenin geliştiği dönemlerde kontr-gerilla saldırıları daha da tırmanmıştır. Kontr-gerillanın 1 Mayıs 1977 saldırısında 35 emekçi katledilmiştir. O tarihe kadar “Bahar Bayramı” olarak lanse edilen ve özü hep kamufle edilen 1 Mayıs kutlamasının böylesine kitlesel geçmesi, faşist devlet tarafından hazmedilememiş ve yapılan kontr-gerilla saldırısı Türkiye tarihinde derin izler bırakan katliamla sonuçlanmıştır.

Yine 1970’lerin ikinci yarısında kontr-gerilla ve sivil faşistler tarafından kitlesel katliamlar yapıldı. Maraş, Çorum, Sivas, Malatya gibi illere yapılan kontra saldırılar ile yüzlerce kişi katledilmiştir. 12 Eylül sonrası devletin saldırı ve katliamları daha da tırmanmıştır. Kontr-gerilla 80’lerden sonra JİTEM olarak özellikle de T. Kürdistanı’nda karşımıza çıkmıştır. 1992-1996 yılları arasında saldırılar JİTEM üzerinden gerçekleştirilmiştir. Kürdistan’ın hedef alındığı bu saldırılarda kitlesel katliamlara gidildi. Kürt köylerine yapılan azgın saldırılar sonucu on binlerce Kürt katledildi, binlerce Kürt köyü yakılıp-yıkıldı, köylüler göçe zorlandı.

12 Mart 1995 tarihinde Gazi Mahallesi’ne yapılan saldırılarda bir Alevi dedesi öldürülmüş, olayı protesto eden halka polisin yaptığı saldırılar üzerine 22 kişi katledilmiş, yüzlerce kişi yaralanmıştır.

AKP’nin işbaşına geldiği dönemler de bu mafya örgütlenmesi Özel Harekat Timleri olarak öne çıkmıştır. Özellikle 2010 sonrasında saldırılar giderek artmıştır. Bu tarihlerde yapılan saldırılar dini motifli kontra güçleri üzerinden gerçekleştirilmiştir. 11 Mayıs 2013’de Reyhanlı’da yapılan saldırıda 52 kişi ölmüş, 146 kişi yaralanmıştır. 2015 tarihinde Kürt kentlerinde özyönetim direnişlerine karşı devletin asker ve polis güçleriyle beraber Esedullah Timleri adıyla dini kisveli çete saldırıları devreye sokulmuştur. Bu saldırılar sonucu yüzlerce kişi öldürülmüştür.

20 Temmuz 2015’te Urfa’nın Suruç ilçesinde IŞİD’in saldırısı sonucu 33 kişi hayatını kaybetmiştir. Onlarca kişi yaralanmıştır. 10 Ekim 2015’de Ankara Garına yapılan saldırıda 107 kişi öldürülmüş, yüzlerce kişi de yaralanmıştır. Türkiye’nin karşı-devrim tarihinde derin izler bırakan 15-20 Temmuz darbe girişimi de tam aydınlanmamıştır. Karşı-devrimin gerici klikleri karşılıklı olarak birbirlerini hedef aldığı ve kontra güçlerinin de devreye girdiği bu darbe girişiminin ardında yatan şaibeler henüz açığa çıkmamıştır. Ama 20 Temmuz’dan itibaren bu darbe HDP’ye, devrimci, demokratik güçlere karşı yöneltilmiş, on binlerce kişi işlerinden çıkarılmış, bir o kadar kişi tutuklanmış, olağanüstü hal ilanı ve KHK ile bugünkü mevcut durumun temelleri atılmıştır.

Özellikle 20 Temmuz Suruç katliamıyla başlayan ve 15 Temmuz darbe girişimiyle de yeni bir boyut kazanan saldırılarla, işçi sınıfı ve emekçiler; kadın ve LGBTİ+’lar, gençler, Aleviler, Kürtler hedef tahtasına konulmuştur. Coğrafyamız dikensiz bir gül bahçesine çevrilmek istenmiştir egemen sınıflar tarafından. Kuşkusuz bu hedefe AKP-MHP faşist iktidarının militarist politikalarına paralel, Suriye’ye yönelik işgal saldırılarıyla şekillenen dinci motifli kontr-gerilla örgütlenmesinin halk düşmanı icraatlarıyla varılmak istenmiştir.

AKP iktidarı eliyle, ordu, polis güçlerince bu doğrultuda DAİŞ, ÖSO, El-Nusra, SADAT gibi yasa dışı, Gayri-Nizami, dini kontra hareketlere komuta edilmiştir. Hem ülke içinde, hem de ülke dışında Rojava, İdlib, Irak Kürdistanı, Libya, Karabağ gibi yerlerde bu tarz örgütler üzerinden saldırılar yapılmıştır ve yapılmaktadır. Gayri- Nizami ve mafya karakteri taşıyan mevcut güruhun sevk ve idaresindeki eylemler, ilişkiler, kaçakçılık, kara para ve uyuşturucu mevcut devletin yapısında iyice kök salmıştır.

Bugün faşist mafya lideri Sedat Peker’in ifşaatlarıyla da bir kez daha görüldüğü üzere mafya ile resmi güçler arasındaki ilişkiler iç içe geçmiş sarmal bir yapıyı göstermektedir. Peker’in itirafları devletin gerçek karakterini, tüm benliğini dışa vurmuştur. TC tarihinde mafya ve kontranın devlet bünyesinde kök saldığı gerçeği Susurluk’tan sonra bugün bir kez daha iyice deşifre olmuş durumdadır.

Mafya ve Uyuşturucu Çeteleriyle İç İçe Geçen Ondan Beslenen TC!

Coğrafyamızda sınıfsal, ulusal, cinsel ve ekolojik çelişkilerin giderek ısındığı ve gerilimin arttığı bir süreci yaşıyoruz. Görünen o ki önümüzdeki günlerde tansiyon daha da yükselecektir.

Oluşan sorunlar çözüme ulaşmadığı gibi daha kronik hal almaktadır. Faşizm, bir taraftan sömürü, baskı ve saldırı furyasını tırmandırırken, diğer taraftan Gayri-Nizami mafya ilişkilerini de yeniden yapılandırıyor, daha saldırgan bir rotada yeniden örgütlüyor.

Ne var ki bu yapılırken kendi içlerinde yaşadıkları çelişkilerle devletin girdiği fasit daire parçalandıkça, gerçekler su yüzüne çıkıyor. Onların iradelerinin dışında düzenin ve rejimin çatlakları gün yüzüne çıkıyor, giderek dışa vuruyor. Günümüzde ülkemizde gelişen ve giderek tırmanan ekonomik ve siyasi kriz kontrol edilemez duruma gelmiştir. Dolara endeksli TL değer kaybediyor, enflasyon yükseliyor, paranın alım gücü düşüyor, ücretler düşük tutuluyor. Emperyalist sermayenin belli miktarda Türkiye’den çekilmesi ve son dönem girilen Covid-19 pandemisi Türkiye’nin içine girdiği krizi depresyon boyutlarına çıkarmıştır.

Daha açık bir deyimle mevcut yapı ve sistem raydan iyice çıkmış çöküntü ve çürüme içine girmiştir. Bu gelişmelerle beraber devletin yargı, yasama, yürütme kurumları formalite olmaktan bile çıkmış, faşist icraat Cumhurbaşkanı ve MHP başkanının talimatlarına kadar indirgenmiştir.

Bu çöküntü ve yarattığı enkaz, oluşan tahribatlar, bizzat devletin kendisini giderek daha katmerli bir mafya düzenine sürüklemiştir. Bizzat devletin başında bulunanlar mafya girdabına girdikçe, kontrolden iyice çıkmışlar ve girdikleri gayri nizami düzen içinde iyice deşifre olmuş ve su yüzüne çıkmışlardır.

TC artan borçlarını ödeyemez duruma gelmiştir. ABD’ye, Avrupa devletlerine, Çin’e, Rusya’ya borçlarını ödemek için gayri nizami gelirlere ihtiyaç duymuştur. Ayrıca bir çok ihtiyacını gidermek için de kara paraya ihtiyaç duymuştur. Elbette ki ihtiyaç duyulan para halkın çıkarlarına tekabül eden para değildir. Onlar üzerindeki sömürü ve baskıyı daha katmerli boyutlara tırmandıran kara paradır.

Bunun için TC devleti Suriye, Irak gibi Ortadoğu ülkelerinde bulunan IŞİD, El-Nusra, ÖSO gibi terörist örgütleri desteklemiş ve onlar üzerinden Rojava’ya, Irak Kürdistanı’na saldırılar düzenlemiştir. Bu saldırılara bağlı olarak Irak, Rojava, İdlib gibi yerlere asker çıkarmış ve paramiliter dini çeteler üzerinden, işgal ettiği topraklardaki petrol, gaz, çeşitli madenleri ve tarım ürünlerini yasadışı yollardan gasp etmişler ve Türkiye’ye aktarmışlardır.

Irak’ta IŞİD’in, Rojava’da ve İdlib’de El-Nusra, Ahrar uş-Şam, Heyet Tahrir-el Şam, ÖSO gibi sık sık isim değiştiren El-Kaide kökenli çetelerin desteklenmesinin ardında elde ettikleri mafya gelirleri yatmaktadır. Bu mafya gelirleri üzerinden devlet borçlarının önemli bir kısmı, R.T. Erdoğan’ın damadı Selçuk Bayraktar ve ailesinin sahibi olduğu SİHA ve İHA gibi insansız hava araçlarının Türkiye’de monte edilmesi, paramiliter çetelerin masrafları gibi giderlerin önemli kısmı karşılanmıştır.

Bunun için Cumhurbaşkanı R.T. Erdoğan’ın başdanışmanı Adnan Tanrıverdi’nin başkanı olduğu SADAT, Sedat Peker gibi mafya çeteleri devreye girmiş ve kara paranın sağlanmasında rol almışlardır. Böylesine bir mafya anaforu yaratılmıştır. Ayrıca Sedat Peker’in ifşaatlarından anlaşıldığı üzere son başbakan Binali Yıldırım’ın oğlu kokain ticaretinin merkezinde yer almaktadır. Peker’in açıklamalarıyla, Türkiye’ye gelen bu uyuşturucunun İçişleri Bakanlığı’nın bilgisi dahilinde Bodrum’da Mehmet Ağar’ın başkanı olduğu Yalıkovak Marina şirketine getirildiği ve oradan mafya pazarlarında paraya çevrilerek resmi güçlere aktarıldığı açığa çıkmıştır.

Kısacası, devlet artan borçlarını, silah alımlarını, Türkiye Kürdistanı’nda gerillaya karşı yürüttüğü savaşı, Irak Kürdistanı’nda ve Rojava’da giriştiği işgallerin giderlerini ve birtakım borçlarını mafya gelirleri üzerinden öderken, kontra güç olarak da mafya unsurunu iyice öne çıkartmıştır. Kuşkusuz bu durum devletin tepesindeki cumhurbaşkanının bilgisi dahilinde ve onun sevk ve idaresinde yerine getirilimiştir.

Mafya gelirlerinin önemli bir kısmı da devlet kademesinde yer alan belli kişi ve kesimlere, bu amaçla oluşturulan yapılara, kurumlara ve mevcut yönetimle içli-dışlı olan şirketlere kalmaktadır. Tüm bu gerçekler faşist Sedat Peker’in itiraflarıyla iyice su yüzüne çıkmıştır. Sınıf çelişkilerinin, sömürünün, baskının, zulmün doruğa çıktığı bir süreçte, yolsuzluk, dolandırıcılık ve mafya tarzı sömürü de çığrından iyice çıkmıştır. Açık ki, din, vatan, millet jargonu ile bu gerçeklik eskisi gibi kamufle edilemiyor. Can çekişen, dumura uğrayan, çöken, bir sistem ve rejimin mevcut bu durumu içler acısıdır.

Bu durum sınıf çelişkisinden ve sömürü ve baskı mekanizmasından kopuk değildir. Tersine, bu tablo çelişkileri ve mücadeleyi de daha öne çıkaracaktır. Sorun emekçi sınıfları, Kürt ulusunu, Alevileri, emekçi kadınların ve LGBTİ+’ların, gençliğin kısacası sömürülen, tahakküm altındaki ezilenlerin bu sürece yönelik tepkileriyle buluşmak, onlarla birlikte yürümek ve faşizme karşı mücadelede bir adım öne çıkmaktadır.

Sedat Peker’in her gün kamuoyuna yansıyan ifşaatları, ezilenlerin nasıl sömürüldüğünü çok daha açık bir şekilde gösterirken gelişen süreç bize de buna karşı daha güçlü çıkışlar ve tepkiler verme sorumluluğu yüklemektedir.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu