GüncelMakaleler

POLİTİK-GÜNDEM | Direniş Başeğmez, Birleşik Mücadele Yenilmez!

"Birleşik devrimci mücadele, her aracı kullanarak, özellikle de fiili meşru mücadele yönetmelerini devreye sokarak, işçi sınıfı ve halkın taleplerine yanıt olma, dipten gelen dalgayı yakalama ve başta işçi sınıfı olmak üzere halkın çeşitli kesimleri arasında gelişen başkaldırıyla birleşme göreviyle karşı karşıyadır"

Boğaziçi Üniversitesi öğrencileri başta olmak üzere üniversite bileşenlerinin sürdürdüğü direniş, AKP-MHP faşizminin içinde bulunduğu durumu ve kitlelerde biriken öfkeyi dışa vuran bir etki yaratmış durumdadır.

Yılın başından itibaren süren Boğaziçi direnişi, kayyım rektöre itirazdan çıkmış, “Aşağı Bakmıyoruz” sloganında maddileşen biçimiyle işçi sınıfının ve geniş halk yığınlarının ilgi ve desteğini kazanmış durumdadır.

Bu durumun farkında olan faşizm, direnişi parçalamak için başta polis terörü olmak üzere, psikolojik saldırı aygıtlarını devreye sokmuş, “milli ve manevi değerlere hakaret” propagandasından, öğrencilerinin direnişini “terörizm”le iltisaklı göstermeye kadar bir dizi yalan propagandayı devreye sokulmuştur.

Direnişin güçten düşürülmesi ve geniş halk yığınlarının aktif desteğini alarak toplumsallaşmasının önüne geçmek ve böylelikle tıpkı Gezi’de olduğu gibi bir isyanın yaşanmasını önlemek için her yola ve yönteme başvurmaktadırlar. Ne var ki; direniş bitirilememiş aksine kampüsten taşarak bütün ülkeye ve hatta yurtdışında yapılan destek eylemleriyle dünyaya yayılmıştır.

Boğaziçi direnişçilerinin “12. Cumhurbaşkanına Açık Mektubu” kapsamı ve içeriği itibariyle sisteme muhalif olan kesimlerin önemli bir kısmı tarafından sahiplenilmiştir. Açık ki eleştirilen, düzeltilmesi talep edilen kimi konular ülkemiz gerçekliğinde bir sistem sorunudur ve çözümü devrimdir. Boğaziçi öğrencileri, taleplerini üstelik en geniş kesimi kapsayacak ve kendi yanlarına çekecek, faşist rejimi ise yalnızlaştıracak şekilde dillendirmişlerdir.

Kabul etmek gerekir ki; Boğaziçi direnişi, bir süredir devrimci-ilerici güçlerin etrafında yaşadığı kıpırdanmayı kitlesel bir boyuta taşımıştır. Sadece gençlik hareketini değil şu veya bu şekilde muhalif olan herkesi hareketlendirmiştir. Boğaziçi direnişinin sistem tarafından faşist terörle bastırma saldırısının arttığı bir dönemde Birleşik Mücadele Güçleri’nin kuruluşunu ilan ederek, başta Boğaziçi direnişi olmak üzere ülkemizde kitlelerin her türlü direniş ve dinamiğiyle birleşme çağrısı yapması hem egemenler hem de kitlelerin ileri bölüklerinde ilgiyle karşılanmıştır.

Devlet, Birleşik Mücadele Güçleri’nin faaliyetlerine yönelmiş, yapılmak istenen açıklama olağanüstü bir faşist terörle engellenmeye çalışılmıştır. Buna paralel psikolojik saldırı araçları devreye sokulmuş, hem Boğaziçi direnişi hem de Birleşik Mücadele Güçleri, kriminalize edilmeye çalışılmıştır. Propaganda araçları yoluyla yapılan yayınlar, ipe sapa gelmez komplo teorileri, Boğaziçi direnişiyle ivmelenen ileri kitlelerin hareketinin Birleşik Devrimci Mücadele’yle birleşmesini daha başından engellemek amaçlıdır.

Bu noktada sistemin yedek lastiği olan ana muhalefet partisi CHP’ye ayrıca değinmek gerekir. CHP’nin sınıfsal temsiliyeti bilinmiyor değildir. Nitekim CHP Boğaziçi Direnişi’ne tam da bu sınıfsal kimliğine uygun yaklaşmış ve direnişi daha başından itibaren “kabul edilebilir sınırlar içinde tutmaya” çalışmıştır.

“Kutsala dokundurtmayız”la başlayan, “çocuklarınıza sahip çıkın”, “kampüs dışına çıkmayın” açıklamalarıyla devam eden bu tutum müesses nizamı korumaya yöneliktir ve devrimciler açısından şaşırtıcı değildir. Burada sorun okun sivri ucunu faşist iktidara yöneltmekken, kendisini muhalefet olarak tanımlayan diğer kliğin de ondan aşağı kalmadığının farkında olmaktır.

 

Sıkışmışlığa Paralel Artan Saldırganlık ve Hayali Projeler

AKP-MHP faşizmi sıkıştıkça özellikle iki alanda saldırılarını artırmaktadır. Bir yandan pandemiyle derinleşen ekonomik krizin işçi ve emekçilerde yarattığı yıkıma karşı alttan alta gelişen tepkilere faşist zor aygıtıyla müdahale ederken diğer yandan son derece absürt açıklamalar yapılmakta, hayali projeler açıklanmaktadır.

Bu durum bile başlı başına hakim sınıfların içinde bulundukları krizi tanımlamaya yetmektedir. Ancak krizin kendiliğinden bir çöküşü yaratacağı düşünülmemelidir. Aksine bu durum beraberinde bir yandan sistem içinde çelişki ve çatışmaları artırırken, diğer yandan ise işçi sınıfı ve emekçi halka yönelik saldırıların dozajının daha da artırılmasına neden olmaktadır.

Krizin boyutu beraberinde işçi sınıfı ve emekçi halka yönelik saldırıların her alanda artırılmasına neden olurken, bu saldırganlığa paralel ırkçılık ve şovenizm propagandası artırılmakta, işgal ve ilhak girişimleri hız kesmeden sürdürülmektedir. Yunanistan’la önce Trakya’da “ordunun nehir geçişi” tatbikatı ardından R.T.Erdoğan’ın açıklamalarıyla yeniden tırmandırılan gerginlik, Irak Kürdistanı’nda KDP’nin işbirliğinde yürütülen Gare’ye yönelik işgal saldırısıyla üst aşamaya taşınmış durumdadır.

Anlaşıldığı üzere faşizm, içte yaşadığı krizi aşmak adı altında dışarda kriz politikasını sürdürme, özellikle de Kürt ulusunun her türlü kazanımına yönelik işgal ve ilhak saldırılarıyla devam ettirme politikasını sürdürecektir.

TC rejiminin Kürt ulusuna yönelik düşmanlığı küçümsenmemelidir. Türk hakim sınıfları, ezen ulus imtiyazlarını korumak için her türlü yönteme başvurmaktan ve kirli pazarlıklar içinde olmaktan bir an olsun vazgeçmeyeceklerdir. Nitekim NATO üyeliğine ve bütün uyarılara rağmen kısa bir süre önce Rusya’dan aldıkları ve ABD emperyalizmi “karşıtı” bir propagandaya konu ettikleri S-400 Savunma Sistemi’ni aktifleştirmemek, Kürt ulusunun kazanımlarına yönelik şantaj aracına dönüştürülmüştür. TC, ABD emperyalizmine Rojava’da Kürtlerle işbirliğini sonlandırması karşılığında S-400’leri aktifleştirmeme önerisinde bulunmuştur. Bu durum bile başlı başına Türk hakim sınıflarının halk düşmanı, iki yüzlü sınıfsal karakterlerini özetlemeye ve tarihsel Kürt düşmanlığının her şeye rağmen sürdürülmeye devam ettiğinin ve ettirileceğinin kanıtıdır.

Virüs salgını nedeniyle derinleşen ekonomik krizin yarattığı yıkım beraberinde hakim sınıf partileri arasında dalaşın ve çeşitli ittifak görüşmelerine neden olurken, AKP-MHP iktidarı, bizzat R.T.Erdoğan’ın ağzından önce yargıda ve ekonomide “reform” söylemlerinin dillendirilmesine, sonra da yeni anayasa yapılması çağrılarına yol açtı. Reform söyleminin gerçekte işçi sınıfına ve halka saldırı, patronlara teşvik paketleri olduğunun kısa sürede ortaya çıkmasının ardından şimdi burjuva siyasetinde yeni anayasa tartışmaları yapılmaktadır. Bu gündemlere paralel olarak iktidar cenahından yeni “yerli ve milli” projeler ardı ardına açıklanmaktadır.

AKP Genel Başkan Yardımcısı Mahir Ünal’ın “bizden önce bardak yoktu” açıklamasına paralel, bizzat R.T.Erdoğan’ın ağzından “Milli Uzay Programı” açıklandı. R.T.Erdoğan, “2023 sonunda yakın dünya yörüngesinde ateşleyeceğimiz kendi milli ve özgün hibrit roketimizle Ay’a ulaşarak sert iniş gerçekleştireceğiz” diyerek hedeflerinin “bir Türk vatandaşını uzaya göndermek olduğu”nu duyurarak, “Eminim ki birçok kişi bu hayali kurarak büyümüştür. Hatta belki aranızda halen bu hayalini sürdürenler var. Hatta belki bayanlardan bile ben adayım diyenler vardır” açıklamasında bulundu. (10.02.21)

Bu tür hayali projeler elbette ilk değil. Ancak AKP-MHP iktidarı sıkıştıkça ve kendi kitle desteğinde çözülme yaşandıkça, bu türden hayali projeleri daha fazla devreye sokar oldu. Bu durum beraberinde iktidarın propaganda araçlarıyla daha fazla yalan habere, “yerli ve milli” projelerin propaganda edilmesine neden olmaktadır. Yerli uçak ve arabadan ve çılgın projelerden sonra şimdi de “aya yolculuk” gündemleştirilmiştir. AKP-MHP iktidarının bu son hamlesi özellikle muhalif çevrelerde “dalga” konusu yapılsa da esasen ciddiye alınmalıdır. Faşist rejimin bu tür projeleri “bir kitle iletişim stratejisi” olarak propagandaya dayalı olsa da özellikle kendi tabanında belli bir karşılığı vardır. İktidar “Yeniden Kuruluş Anayasası” ve “Uzaya Yolculuk” propagandalarıyla kendi tabanını birleştirmek istemekte ve bunda da belli oranda başarılı olmaktadır.

 

İkinci Yol: Birleşik Devrimci Mücadele

Burjuva siyasetinde yaşanan, dalaş iktidarın bu tür hamleleriyle dizayn edilmekte ve kitlelerin gerçek sorunları açlık, yoksulluk, işsizlik, hayat pahalılığı vb.nin tartışılması ve gündemleştirilmesini engellemektedir. Böylelikle burjuva siyaset, iktidarı ve muhalefetiyle, örneğin “yeni anayasa” tartışmasında, “Tam Güçlendirilmiş Başkanlık Sistemi”yle, “Güçlendirilmiş Parlamenter Rejim” arasında yaşanmaktadır. Bütün alametler hakim sınıfların bir seçime hazırlandıklarını göstermektedir. Rejim “tek adam”da topladığı gücü tahkim etmek için hamleler yapmaktadır. Siyasi Partiler Kanunu’nda değişiklik önerisiyle seçim barajının indirilmesi ve HDP’ye hazine yardımının kesilmesi tartışmaları bunun işaretleridir.

Açıktır ki; Türkiye işçi sınıfı ve emekçi halkının gündemleri bunlar değildir. Hakim sınıflar ve onların temsilcileri “uzaya gitme”, “yeni anayasa”, “başkanlık mı parlamenter sistem mi” tartışmaları yaparken halk açlıktan, işsizlikten ve yoksulluktan intihar etmektedir. İşçiler de rejimin insanlık dışı fıtratından payını almaktadır. İSİG’in açıklamasına göre sadece Ocak ayında en az 200 işçi, iş cinayetine kurban gitmiştir.

Hayaller uzay, gerçekler açlık, yoksulluk ve borç batağıdır. BDDK verileri bile işsizlik ve pahalılıkla boğuşmak zorunda bırakılan halkın borç sarmalına düştüğünü göstermekte, ihtiyaç kredileri kullanımının yüzde 43 arttığı belirtilmektedir. Faşizmin halkla dalga geçercesine “işsizliğin azaldığı” yönlü manipülasyonuna rağmen DİSK-AR’a göre Türkiye’deki gerçek işsizlik yüzde 20.1’den yüzde 28.8’e, gerçek işsiz sayısı da 6 milyon 985 binden 10 milyon 382 bin kişiye çıkmıştır.

İşbaşında olanların 2.2 milyon azaldığı belirtilirken, “Covid-19’un yarattığı istihdam depremi sürüyor” ifadelerine yer verilmektedir. Uzay masalları altında ülkedeki 24 milyon gencin yarısının işsiz olduğu ifade edilmelidir. Genç İşsizler Platformu’nun yaptığı açıklamaya göre gençler arasında işsizlik oranı yüzde 40.5’e ulaşmış durumdadır. Bunun anlamı ülkemizde her 5 gençten 2’sinin işsiz olduğudur. Buna öğrenciler dahil değildir.

Sistem bir yandan uzay projeleri açıklarken diğer yandan ise halkın elektrik ve doğalgazını kesmektedir. Salgın sürecinde 2 milyon 530 bin elektrik faturası, 579 bin 642 doğal gaz faturası ödenemediği için kesinti uygulandığı açıklanmaktadır.

TC rejimi, virüs salgınını kendisi açısından tam bir fırsat olarak kullanmaya devam etmektedir. Salgın başlangıcında yaşanan “maske bile dağıtamama” gelinen aşamada “aşılamama” çalışmalarıyla sürdürülmektedir. Göstermelik olarak yapılan ve üstelik de koruyuculuğu tartışmalı aşılama çalışmaları bile oldukça yavaş ilerlemektedir. Üstelik bu konuda bile T. Kürdistanı illerine ayrımcılık yapılmaktadır. Aşı tablosu ve illere göre aşılama oranlarında T. Kürdistanı son sıralarda yer almaktadır.

Görüleceği üzere halk, salgın koşullarında işsizlik, açlık ve yoksullukla boğuşurken AKP-MHP faşizmi, “uzaya bak” diyerek “cambaz siyaseti”ne soyunmuş durumdadır. Egemenler iktidarıyla muhalefetiyle kendi gündemlerinin peşindedir. Bu anlamıyla devrimci ve komünist hareketin işçi sınıfı ve halkın yakıcı olarak yaşadığı sorunlarla temas etmesi ve bir “ikinci yol” siyaseti izlemesi gereklidir.

Birleşik Mücadele Güçleri’nin ilanıyla yakalanan olumlu pratik, özellikle yerel dinamik ve direnişlerle temasın artırılmasıyla devam etmelidir. Halkın çıkarlarını savunarak, dar grupçu kaygı ve pratiklere sapılmadan uzun vadeli bir çalışma örülmeye devam edilmelidir.

İşçi sınıfı ve halkımızın içinde bulunduğu koşullar ortadadır. Bu duruma devrimci sorumluluğu gereği müdahale etmekten imtina eden, ortak bir direniş hattı örmeyen her anlayışın devrimciliği tarih karşısında sorunludur.

Birleşik devrimci mücadele, her aracı kullanarak, özellikle de fiili meşru mücadele yönetmelerini devreye sokarak, işçi sınıfı ve halkın taleplerine yanıt olma, dipten gelen dalgayı yakalama ve başta işçi sınıfı olmak üzere halkın çeşitli kesimleri arasında gelişen başkaldırıyla birleşme göreviyle karşı karşıyadır. Hakim sınıfların gündemine karşı işçi sınıfının ve halkın gündemini sahiplenme ve daha ileriye taşıma, devrimci alternatifi bir ikinci yol olarak inşa etmek anın devrimci görevidir.

 

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu