GüncelMakaleler

ANI-ANLATI | Su Gibi Duru Bir Yaşamdan; Kerem’den…

"Kerem ve Kerem gibi nicelerinin selamı ayda, yıldızlarda, bulutlarda, en çok da kavganın en sıcağında. Bu selamın, yıldızların çok olduğu gökyüzü altına gitmemiz için"

“Dostumsun artık benim/ Artık dağlar gibiyim/ Tut elini yüreğimin” ezgisi günlerdir kulağımda, dudağımda… Bu ezgiyi her duyduğumda dostluğumuz, paylaşımlarımız gözümün önüne gelir dururdu.

Bunun sıklığı azalır yada çoğalırdı; özellikle de savaş gerçekliğinin kendini tüm sıcaklığıyla sunduğu günler çoğalması demekti benim için. Son günler malum… 9 Ekim’den beri bu ezginin kulağımda çınlamasının ne kadar arttığını söylememe ise gerek yok.

Ve o haber.

Haber öyle ansızın yakaladı ki beni, bizi. Oysa ki hazırlıklı sanırdım kendimi böyle haberlere. Sonuçta güzeli yaratmak için en önde çarpışanlardansa sevdiklerin her şeye hazır olmalısın değil mi? O, pek öyle olmuyormuş. Ne kadar hazırlıklı olsan da ya da olduğunu sansan da hissettiğin acının ağırlığı değişmiyormuş.

Henüz çok taze duygularım. Yani onu kaybettiğimizi, yıldızlara uğurladığımızı öğreneli çok fazla zaman geçmedi. Dolayısıyla acım ve öfkem o kadar kenetlenmiş durumda ki. Nefes aldığım her an bu duyguların egemenliğinde geçiyor. Yazacağım yazının bu duygulardan bağımsız olmasını beklemek ise gerçekleşmesi imkansız bir şey.

Yazmak istiyorum ama. Yani, onunla olan dostluğumuzu, siperdaşlığımızı, paylaşımlarımızın yoğunluğunu düşününce onu anlatmamak bencilliğine düşmek zor zaten. Benim dışımda herkes o nasıl biriydi, neden oradaydı gibi soruların cevaplarını bilsin istiyorum.

Hatalarıyla, zaaflarıyla, güzellikleriyle bilinsin. Bilinsin ki, yangının orta yerine kendisini atan birinin bunu ne “kahramanlığı”ndan ne de “vatan hainliği”nden yaptığı görülsün. Evet, böyle… Orada ya da savaşın sıcaklığının hissedildiği herhangi bir yerde olmak su içmek-yemek yemek kadar doğal ve sıradan aslında. Yaşamak için bunlara ne kadar gereksinim varsa direnmek de aynı yere denk düşüyor çünkü. Yaşamak için insanca…

Yaşamın genelde ve özelde, toplumda ve bireyde oluşturduğu çelişkileri çözümlemeye niyetlendiysen eğer ve bunu ezilenlerden yana tavrını koyarak ele aldıysan başka türlüsü kaçınılmaz.

Kerem kaçınılmaz olandan kaçmadı. Gördüğü gerçeği yaşama geçirdi, içtenliğiyle, samimiyetiyle. Su gibi duruydu Kerem’in içtenliği, samimiyeti; belki de onu uzaktan yakından tanıyan herkesin ilk fark ettiği budur.

Onunla bir Ocak günü, İstanbul’un soğuk günlerinden birinde, haber takibi sırasında yollarımız kesişti. Daha pek çok haber takibinde kesişen yollarımızla tanırken birbirimizi, birbirimizle paylaştığımız gidemediğimiz haber fotoğrafları, ikimizin de çok sevdiği çikolatalı süt eşliğinde kavgaya dair hissettiklerimize dair paylaşımlara dönüştü. Bir kış gününde yaptığımız kar topu savaşındaki çocukluğumuzun heyecanıyla yaklaşıyorduk mücadelenin güzelliğine. Önemli bir iş yaptığımızı biliyorduk. Ama yetmediğini de biliyorduk. Bize yetmiyordu.

Sonra haberleşemez olduk. Duyduğum merak mutlu haberi almamla dindi.

Okyanusun bir parçası olmak…

“Bazen gerçekten çok da zorlanıyorum, öyle kolay geçiyor sanma. Bazen umudumda azalma olmuyor da değil. Ama bu okyanusun bir parçası olmak istiyorum. Bu okyanusu seviyorum. Bana yüzmekten başka bir şey mutluluk vermeyecek, ben yüzmekten başka bir şey yapamam. Düzleme dönmek istemiyorum, eskisi gibi yaşamak istemiyorum” diyordu Kerem. Yetmeyeni yetirmek için kocaman bir adım atmıştı. Kulaç atıyordu engin sularda.

Evet zorlanıyordu. Zorlanmak kaçınılmaz olan değil midir zaten? Eğer kendinde eskiyi yıkmak, değişimi zorunlu kılmak çabasında isen… Erkekliği ile yüzleşiyordu en çok da. Beraber vakit geçirdiğimiz anları süzgeçten geçirirken en çok karşılaştığı şey buydu çünkü. Öyle basit bir süzgeçten geçirme değildi bu. Yani meselenin özünü yakalama çabası vardı.

Tüm zorlanışı kısa vadede kaybedeceklerinin kazanacaklarından fazla olması gibi gözükmesiydi. Ataerkinin erkeğe biçtiği misyondaki kadına karşı galibiyeti tersine çevirmeninin esasta kazanım olduğunu keşfedişi, kendi içindeki çatışmasını savaşa çeviriyordu.

Erkekliğine karşı açtığı savaşta, beraber geçirdiğimiz zaman dilimlerinde sorunsallaştırdığım özelliklerini masaya yatırıyordu bir bir. Kendini büyük, anlamlı gösterme çabası, kendine dair bir şey paylaşmama, bir özrü, bir hata yaptığını kabul etmeme, bunu dile getirememe, çekip gitme hakkını kendinde görme… Yargılıyordu kendini bir bir. Yargıladığını değiştirmek için zorluyordu.

Başka türlüsü mümkün değildi çünkü. Uğruna yollara düştüğü düşünün gerçek kılınması ancak kendisinde de mümkün kılabildikleri ile alakalıydı.

Çünkü, “Daha temiz her şey, daha pırıl pırıl, daha daha duru, pak”tı orada. “Kötü olan sırıtıyor burada, kötü olan saklanamıyor”du. Ve “Her sırıtan özelliğinle yüzleşmek zorunda kalıyorsun, bunu geçici, mecburiyetten falan da değil, bir fiil isteyerek.”

Aydan selam gönderiyor bizlere!

Çıktığımız yolculuğun uzunluğunu,  yüzdüğümüz suların hırçınlığını biliyorduk-biliyoruz. Kerem bu yolculuğun uzunluğunu İstanbul’daki 500T hatlı otobüs ile anlatırdı. Uzun, zorlu; ama ulaşacağının güzelliğini bildiğimizden değer. Hayallerimize götüren bir yolculuğun uzunluğu ya da zorluğu o yoldan vazgeçirebilir mi bizi? Yine Kerem anlatırdı bunu en güzel: “Hayallerimiz olmadan yaşamayız, ikincisi hayaller olmadan gerçekleri oluşturamayız, üçüncüsü ise bunlar sadece bir hayalden ibaret değil, bir gerçeğin içerisindeyiz.”

“Bir ömür de benden olsun” diyip gitti Kerem. Hayalleri için,

hayallerimiz için…

Ve Kerem kırmızı ile maviyi severdi renklerden en çok. Denize, vapura, kız kulesine, İstanbul’a bayılırdı. En sevdiği ezgi Vedat Yıldırım’dan “Bekle  bizi İstanbul”du. Demiştim, çikolatalı süt ortak paydalarımızdan biriydi. Oturduğumuz bir kafenin duvarına anı kalsın diye isimlerimizi yazıp tarih yazacak kadar çocuk, bir kavganın ön saflarına geçecek kadar yetişkindi.

Henüz lisede mücadeleyi tanıyandı, Bursa’da metal işçilerinin yanındaydı, İstanbul sokaklarında Kobanê Zaferi’ni halaylarla karşılayandı, inşaat işçilerinin tüm direnişlerinin yorulmaz takipçisiydi, dayanışma ruhunu katıldığı dost kurumların etkinliklerindeki canhıraş muhabirliği ile ortaya koyandı. Kerem böyle biriydi.

“Aydan selam gönderiyorum şimdi sana, her gün orada birikecek selamım, düzenli olarak alabilirsin, göndermek istersen sen de aydan iletebilirsin. O zaman şimdi gidelim; yıldızların çok olduğu bir gökyüzü altına!” vedası ise sadece bana değildi

. Kerem ve Kerem gibi nicelerinin selamı ayda, yıldızlarda, bulutlarda, en çok da kavganın en sıcağında. Bu selamın, yıldızların çok olduğu gökyüzü altına gitmemiz için.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu