GüncelKültür&Sanat

ÇEVİRİ | Burjuva Kültürü Bir Kadavradır, Yeni Bir Şey Üretemez!

"Burjuva toplumu, gerçek anlamda sanatı icat etme kapasitesini çoktan yitirmiştir; yeni sanat ancak proletaryaya veya belirli koşullarda devrimci köylülüğe ve aydınlara hizmet eden sanat olabilir.

Burjuvazinin ürettiği liberal toplum, emperyalizm çağında ve hatta bundan önce, hatta neredeyse her zaman, yozlaşmaya ve mutasyona uğradı; muazzam ağırlığını sürdürmek için kendi çelişkilerince erdemli veya ilerici olan her şeye saldırmaya zorlandı. Marksizm ise liberal çatlakları aştı ve kendi patlamasını yaşadı. Liberalizmin durgun gövdesinin içinde hala yer alan eğilimler vardır: Anarşizm ve günümüzde postmodernizm… İkisi de anti-liberalizm olarak poz veriyor ve her ikisi de metafizik ve geri olanı koruyor.

Nasıl emperyalist çelişkiler en gerici kanadı olarak faşizmi, burjuva demokratik hakların tüm kalıntılarını yok etmeye kışkırttıysa, şimdiki kriz de aynı şekilde, burjuva ideolojisinin gerici karakterini korurken rasyonel çekirdeğini ortadan kaldırmak adına eski fikir biçimlerini yeniden üretmelidir. Postmodernizm, bunun bugün aldığı ana biçimdir ve tarihin çöplüğüne süpürülene kadar üzerine ne kadar olumsuz söz söylense az.

Postmodernizm, liberalizmin kendisine saldırmasıdır ve bu saldırının nedeni gerçekten Marksizm’le savaşmaktır yani Marksizm’in bilimsel, rasyonel, materyalist ve diyalektik temeli ile mücadele etmektir. Postmodernizm ve Marksizm karşıt ve uzlaşmazdır.

Bu nedenle, herhangi bir mücadelede aktivist, dogmatik terminolojinin değişen bir manzarasıyla karşılaşır. Dünyayı anlamanın çerçevesi artık sınıf mücadelesi değil sömüren-sömürülen, ezen-ezilen, kitle karşıtı ve seçkinci bir mücadeledir, imtiyazlıya karşı haklarından mahrum edilmiş veya marjinalleştirilmişe karşı marjinal olmayanın çerçevesidir. Bunların tümü, devrimci kitlelerin öznesini yani dünya halklarının büyük çoğunluğunu, tüm potansiyelleri yontulmuş ve en küçük bireye odaklanmış fraksiyonel bir çıkara dönüştürmeye çalışır. Ne de olsa postmodernizm, başta şimdiye kadar var olan tüm toplumların tarihini “sınıf mücadelesinin tarihi” olarak ele alan Marksizm olmak üzere tüm “genelleyici” teorilere karşı mızrağını kaldırdı. Postmodernizm, kalkanını “otoriterizme” karşı yükseltir ve özellikle “bireylerin bağımsız eyleminin yerine, birbirine bağımlı ve karmaşık süreçlerin her yerde eylem birliğini” esas alan Marksizm’e karşı.

I- Sanat kapasitesi

Burjuva toplumu, gerçek anlamda sanatı icat etme kapasitesini çoktan yitirmiştir; yeni sanat ancak proletaryaya veya belirli koşullarda devrimci köylülüğe ve aydınlara hizmet eden sanat olabilir. Yeni olan, isyandan yeşeren, bastırılmış ve kana bulanmış bir sanat ancak devrimci sanat olabilir.

Bunun nedeni, burjuva toplumunun yeni bir şey üretme kapasitesini tamamen yitirmiş olmasıdır; çürür ve dolayısıyla sosyal ve kültürel olarak ayrışma üretir. Her yönüyle tepkiseldir. Postmodernizmin edebiyatta ve sanatta kültürel bir hareket olarak ortaya çıkması tesadüf değildir, bu alanda entelektüel ve akademik bir arayıştan popülist bir arayışa çıkarak bu alanları süpürmesi de hiç şaşırtıcı değildir.

Burjuva liberal-demokratik toplum her zaman kendisiyle çelişir: gerici, eski düzenini korumalı ve tam o anda kendini sürekli gelişiyormuş gibi göstermelidir. Bunu kültürel alandaki mutasyonlarla olduğu kadar reformlarla da yapıyor. İmtiyazlarıysa her zaman üretim tarzına önemli ölçüde zarar vermeyenlere sunuyor. Postmodernizm, tam da bu nedenle burjuvaziye önemli bir kültürel yaşam çizgisi sunar: Artık Marksizm’in yarattığı risk olmaksızın kendisini “temsil” ile “kapsayıcı” olarak pazarlayabilir. Burjuva kültürünün nasıl işlediğinden -ve daha fazla gelişemeyeceği gerçeğinden- habersiz olan bazı gericiler, bu vesileyle insanların kafalarını karıştırmak için şu anda genel nüfusa pazarlanan bu postmodern üretimlerin, aslında, gerçekte anti-Marksist ve karşı devrimci oldukları halde, “kültürel Marksizm” olduklarını iddia ediyorlar.

Postmodernizme bulaşmadan burjuva kültürüne en mütevazı dokunuşu yapmak bile pek mümkün değil. Bu iddiayı kanıtlamak için tek gereken, büyük eğlence şirketlerinden herhangi birine bir göz atmak ve ne yaptıklarına bakmak. Aslında o kadar yaygındır ki, “kültürel Marksizm”i ve kendi kendini Marksist ilan eden yeni nesli kötüleyenler bile, burjuva kültürel nüfuzun postmodern etkisiyle lekelenirler. Politik yelpazede, kimlik politikalarında, aslında işçi kitleleri dışında hiçbir şeye yüzeysel ve bilgiççe odaklanmada bir eksiklik yoktur.

1. Emperyalist eğlence tekellerinin incelenmesi

Emperyalist egemen sınıf, iletişim, haber ve eğlence araçlarının sahibidir. Sonuçta, üst yapı ekonomik temel tarafından üretilir ve onu etkiler. Bu noktalar Marksistler için elbette itiraz edilemez ancak çoğu zaman doğru bir şekilde kavranmıyor.

Durum böyle olunca, Fox News’den Netflix’e veya Youtube’a kadar her şeyin, ABD için esas olarak proleter çoğunluk olan ezilen ve sömürülen sınıflar üzerindeki tekelci kapitalist diktatörlüğünü korumada bir çıkarı var. Dolayısıyla yeni veya devrimci bir şey üretemezler; propaganda anlamında büyük bir riske girmeden ilerici bir şey bile üretemezler. Yine de yeni dünya doğmak için savaşıyor ve burjuva demokrasisi bir dereceye kadar “muhalefet görüşleri” vermek zorunda kalabiliyor.

Neyin öne çıkarıldığı, neyin standartlaştırıldığı ve neyin üretildiği açısından, egemen sınıf kültürel tutuşunu sürdürüyor. Liberaller, emperyalist efendilerinden eğlence için kendilerine sağlanan “kapsayıcılık” karşısında tabi ki sevinirler. Öte yandan “empowerment (güçlendirme)” duygusu “marjinalleşmiş”leri oldukça etkiliyor ve elbette diğer gericilerin buna karşı öngörülebilir bir düşmanlığı ortaya çıkıyor.

Tekel medyası bu nedenle non-binary karakterler, karikatürleşmiş transseksüel karakterler ve içlerinde en az bir veya iki eşcinsel karakter içeren çok sayıda program yarattı. Bu eğilim, genç izleyicilere pazarlanan eğlence söz konusu olduğunda en belirgin olanıdır. Mesela Netflix’te, postmodernist çerçeveleri izleyen Trinkets, Sabrina the Teenage Witch, Degrassi Junior High, Dear White People ve 13 Reasons Why gibi şovlarla bu eğilim örneklenebilir. HBO gibi daha uzun süredir devam eden tekeller, Lovecraft Country, Watchmen, Euphoria ve The Duce gibi programlarla da bu göreve el koymaktan kendilerini alamazlar.

Burjuva tekel medyası, “beden pozitifliği”, cinsel tüketim tercihleri, kimlik politikaları ve burjuva “özgür ruh”un diğer tüm anti-sosyal, hoşgörülü ve çapkın kavramlarıyla doludur. Sömürü yerine damgalanma, toplumsal sorunların önde gelen nedeni olarak sunulur ve suç, sistemin kendisine değil, insanlara yüklenir. Bunların hepsinin kökleri, kapitalist üretim tarzından önce gelen burjuva edebiyat geleneğinde yatmaktadır. Bir zamanların centilmen hırsız vb. olarak pazarlanan kahramanları ve kötü adamları, kitleler tarafından imrenilecek ve taklit edilecek istisnai bireylerdir modelini izlediler -sıradan çalışan erkek ve kadınlarınsa canı cehenneme. Kitlelere sıkıcı ve bunaltıcı dekorasyonlardan başka bir şey muamelesi yapılmaz, emekleri ve zahmetleri gizlenir, asla kahramanca değildir.

Tekelci medyanın toplumsal ilerlemeyle hiçbir ilgisi yoktur ve bu nedenle rolünün toplumu emperyalist üretime en uygun olana koşullandırmak olduğu anlaşılmalıdır. ABD emperyalist ordusunun kendisinin sadece bir asker toplama mekanizması olarak değil, aynı zamanda ideolojik amaçlarla da sponsor olduğu Call of Duty gibi savaş temelli simülasyon video oyunlarının, şovlarının ve filmlerinin bariz örnekleri var. Oyunlardan birinde, “Gerçek yoktur, sadece kime inanmayı seçerseniz seçin!” sloganı vardır. Bu tamamen postmodern olan metafizik bir slogandır. Postmodernizm, irrasyonalizmi baştan sona destekleyerek, sözüm ona solu olduğu kadar, daha bariz şekilde muhafazakar projelere de nüfuz eder.

Hem kâr hem de koşullandırma için farklı bir izleyici kitlesine ihtiyaç duyulduğunda, tekeller beğenilen “ilerici” programlar üretecektir. En göze çarpan örneklerden biri, yüksek puan alan ABC kanalı yan ürünü “The Connors”. Gösteri, ana karakteri oynayan Rosanne Barr’ın ırkçı yorumları yayınlaması nedeniyle kanal “Rosanne”yi iptal ettikten sonra başladı. ABC, Demokrat Parti’yi, “cinsiyet kapsayıcılığını” ve postmodernizmin diğer ayırt edici özelliklerini tanıtarak izleyicilere neredeyse sonsuz çekicilik içeren The Connors ile bunu bir pazarlama zaferi haline getirdi. Bu, programın aslında öncesinden itibaren her zaman olduğu şeyin çağdaş bir yeniden şekillendirilmesinden başka bir şey değil -emperyalizmin kültürel çıkarlarında mavi yakalı duyarlılıklara hitap etme çabası. 1980’ler televizyonu tüketici, orta Amerikalı ve mavi yakalının farkındaydı. Tekelci medya tarafından üretilen eğlence materyalist olan dışında her şeydir; onların “kapsayıcılığı” genellikle siyah insanlara destekleyici roller vererek ve onları asla var olamayacak karakterlere dönüştürerek kölelik tarihini görmezden gelen dönem eserlerine uzanır; böylece ABD’nin kanlı tarihini dezenfekte etmektedir. Tekelci kapitalist neden böyle bir eğlence yaratır? Çünkü egemen sınıf, postmodern ideolojinin sağduyu olarak ele alınmasından yararlanmaktadır. Çünkü postmodern ideoloji böler ve birleştiremez. Sadece en “marjinalleşmiş”leri arayabilir ve onların emperyalizme daha etkin bir şekilde dahil edilmesini görebilir. Düşmanı ifşa edemez veya “düşmanlarımız kim, dostlarımız kim” sorusuna Marksist proleter bir bakış açısıyla cevap veremez.

Eskimiş ve kadavralaşmış burjuvazi kendini pazarlamak için yeni yollar bulur, ancak yeni sanat ya da halka hizmet eden sanat üretmez. Bu tür programların popüler tüketiminin halkın düşüncesi üzerinde ve Deleuze, Fanon, Hooks, Spivak, Foucault, Butler ve benzerlerinin Marksistlerin yerini aldığı üniversite kampüslerinin çok ötesinde politik bir etkisi olduğu açıktır. “Yaşanmış deneyim”, “kesişimsel”, “ezilen cinsiyetler”, “heteronormallik”, “ten rengi ayrıcalığı” ve “cis” gibi terimler bilimsel ve Marksist analiz için yaygın ve metafiziksel hale geldi yani “marjinal olmayan” ve “imtiyazlı” olanlara karşı, yani kitlelere karşı kullanılan bir hale. Bu tür kavramların tümü, kitleler arasındaki farklılıkları kavramaya değil, kitleleri ayırmaya ve kitleleri kitlelere karşı döndürmeye, Latin Amerika ve Asya gibi yerlerde desteklenen en modern halk isyanı karşıtı askeri kampanyaların ideolojik tamamlayıcısını sağlamaya çalışır.

Dahası, bu terminoloji sorgulanmanın ötesinde kutsal inekler gibi bir şey haline geldi, ona en ufak bir güven eksikliği sapkınlık oldu. Dogmaya karşı en küçük ihlalin çok “sorunlu” olduğunu düşünen anında tepkiler gelişmekte. Bu arada, bu burjuva ideolojik eğilimler, hedonist, keyfine düşkün, kendine referans veren vb. şeylerle övünürler. Kimlik sosyal para birimi haline geliyor. Kişinin milliyetini veya etnik kökenini gözlemlemesi yeterli değildir: gruplaşmalar ve alt gruplaşmalar geliştirilmelidir. “People of color (Renki insanlar, yani beyaz olmayanlar)” o zaman “Siyah ve Yerli Renkli İnsanlar” ile sonsuz bir bölünme hiyerarşisi boyunca organize edilmelidir. Bu tür kısaltmalar ve etiketlemeler, etnik kökenleri ve milliyetleri iyi bilinse bile bir bireyi tanımlamak için kullanılır ve bir laf kalabalığı ritüeli haline gelir. Bir sınıf olarak proletarya, böyle bir kültürde uygun bir temsil ya da olumlama bulamaz; onun olumlanması ancak sömürücü asalak sınıfa karşı sınıf mücadelesinde gelir.

III. Ortaya çıkacak yeni mücadeleler nedir?

Büyük Ekim Sosyalist Devrimi, burjuva devrimi çağını sonsuza dek sona erdirdi; proleter devrim çağını başlattı ve onunla birlikte edebiyat ve sanatta büyük başarılar getirdi. Bu, kitlelere sınırlı çekiciliği olan, ancak kendi yolunu çizmeden önce sanatın sınırlarını zorlayan ve daha sonra seçkinci hale gelen ve sonra kullanılmayan deneysel sanatı da içerir. Aynı zamanda halk kitlelerine yönelik gerçekten popüler sanat da üretti. Sosyalist gerçekçilik, kadın ve erkeğin ortak çalıştığı, onların ahlaki, üretken ve devrimci karakterlerini tasvir ederek bunu sağladı. Öte yandan bu çok önemli özelliğinden dolayı burjuva eleştirmenler tarafından sık sık yerilmektedir. Bütün bunlar burjuvazi tarafından sıkıcı kabul edilir, ancak yeni toplumun yürüyüşü için inanılmaz derecede değerlidir. Çatışmada her zaman iki temel sınıf bakış açısı vardır.

Sovyet sanatı çığır açtı ve yeni bir şeyi temsil etti, örneğin dönüm noktası Kino Pravda serisi veya parlak Sovyet tasarımcılarının modern grafik tasarım üzerindeki etkisi gibi belgesel film yapımı açısından burjuvazide bile iz bıraktı. Proleter sanatın bu yeni biçimleri, kitlelere bağlı devrimci coşkudan fırladı ve dünyanın ilk sosyalist devleti tarafından finanse edildi. Sovyet toplumunda sanat değerli kabul edilirdi ve sanatçılar kapitalizmde olduğu gibi açlıktan ölmez ya da hayatta kalma mücadelesi vermezlerdi. Sanat meşru bir meslek ve toplumsal bir gereklilikti; sanatçılar, sosyalizmi inşa etmede devlet tarafından bir görevli ve bir yardım eli olarak kolektiflerde istihdam edildi. Komünizmin değiştirilemez hedefine doğru bir geçiş dönemi olarak sosyalizm, sanatçıları profesyonel ekipler olarak gördü; Temsil ettikleri sınıf gibi bunlar da, Marx’ın da işaret ettiği gibi, komünist bir toplumda herkesin sanatçı olacağı, ancak sanatın meslek olarak olmayacağı gibi, kendilerini ortadan kaldıracaktı. Sanat, kapitalizmde olduğu gibi artık uçarı, keyfine düşkün veya yozlaşmış değil, radikal ve gerçek olacaktı. Bununla birlikte, hiçbir şey mücadele etmeden ortaya çıkmaz ve Sovyet sanatı, hem eski kültürün hem de emperyalist etki ve entrikalardan gelen burjuva etkisi ile mücadele etmek zorunda kaldı. Yoldaş Stalin şöyle belirtiyor: “Sovyet sanatının, edebiyatının ve müziğinin gelecekteki gelişiminden bahsederken, eşi benzeri görülmemiş, dünyanın emperyalist çevrelerinin sanatımızın, edebiyatımızın ve müziğimizin üzerine saldığı bir gizli savaş durumunda geliştiğini göz önünde bulundurmak gerekir. Ülkemizdeki yabancı ajanların işi, kültürle uğraşan Sovyet örgütlerine nüfuz etmek, büyük gazete ve dergilerin editörlüklerini ele geçirmek, tiyatro ve film repertuarını ve kurgu ve şiir yayınını kararlı bir şekilde etkilemektir. Vatanseverliği uyandıran ve Sovyet halkını komünizm yaratmaya yönlendiren devrimci eserlerin yayınlanmasını mümkün olan her şekilde durdurmayı hedefliyorlar. Sosyalist ideallerin ve komünizmin bazı başarısızlıklarının vaaz edildiği çalışmaları destekliyor ve yayınlıyorlar. Kapitalist üretim yöntemini ve burjuva yaşam tarzını desteklemekten ve propagandasından mutluluk duyuyorlar” “Aynı zamanda bu ajanlardan sanat ve edebiyatta karamsarlık, çöküş ve moral bozukluğu duygularını yaygınlaştırmaları istenir.”

“…Sanat için sanat yoktur. Toplumun üzerinde duran ‘özgür’ sanatçılar, yazarlar, şairler, oyun yazarları, yönetmenler veya gazeteciler yoktur ve olamaz. Kimsenin onlara ihtiyacı yok.” Yoldaş Stalin’in sözlerini yanlış yorumlama riskinden kaçınmak için, sanat emperyalizmin ajanları tarafından ele geçirilen bir siper haline gelirken, eski toplumun eski fikirlerinin kültürde etkilerini göstermeye devam ettiğini vurgulamak gerekir. Konuyu güzelce özetleyen Marx’ı inceleyebiliriz:

İnsanlar tarihlerini kendileri yapar; ama onu özgür iradeleriyle değil, kendi seçtikleri koşullar altında değil, dolaysız olarak önlerinde buldukları, verili, geçmişten devrolan koşullar altında yaparlar. Tüm ölmüş kuşakların geleneği, yaşayanların beyinlerine bir kabus gibi çöker. Ve tam da şeyleri ve kendilerini dönüştürmekle, henüz ortada bulunmayan bir şeyi yaratmakla uğraşır göründüklerinde, tam da böylesi devrimci bunalım çağlarında, korku içinde geçmişin ruhlarını yardıma çağırır, dünya tarihinin yeni sahnesini eski oldukları için saygı duyulan giysilerle ve devralınan bir dille oynamak üzere, onların adlarını, savaş sloganlarını ve kostümlerini ödünç alırlar.”

Yeni sanat ortaya çıkmak için savaşırken, burjuvazi saldırılarını içeriden ve dışarıdan gerçekleştirir. Bu gerçek, eski sanatı en dikkat çekici şekilde aşan Çin’deki Büyük Proleter Kültür Devrimi’nde kendisini en açık şekilde ortaya koydu ve Başkan Mao, Yoldaş Jiang Qing ve diğerleri, sıkı bir diyalektik materyalist anlayıştan yola çıkarak bu çabaya sıkı sıkıya çelişki hukukuna dayalı olarak rehberlik ettiler.

BPKD’nin zirvesinde, eski fikirler, eski gelenekler ve eski alışkanlıklar yeni tarafından saldırıya uğradı. En geniş kitlelere yönelik yeni sosyalist operalar üretildi ve klasiklere karşı eleştiri kampanyaları başlatıldı. Bütün bunlarda, işçileri sanatçı olarak tanıtmak için büyük adımlar atıldı, bölünmeler kırıldı ve devrimci sanat, kolektif emekle kitlesel ölçekte üretildi. Kapitalistlerin sahip olduğu tekelci medyanın, aynı eski numaralarla kitlelerin bu büyük yükselişinin tarihini nasıl çarpıtmaya çalıştığına, serserilikleriyle devrimin başını belaya sokan burjuva özgür ruh veya zevk peşinde koşan şu ya da bu bireyin sıkıntılarına odaklanarak nasıl tahrif etmeye çalıştığına tanık olmak yeterince kolaydır. Emekçi kitleler, “beyinleri yıkanmış”, sebepsiz yere yıkımın destekçileri, Mao’ya mekanik bağlılıkları olan yığınlar olarak belirsizleştirilmiştir.

Sosyalizm yeni olandır, devrimci olandır ve önderlik edebilecek tek sınıf proletaryadır. Tüm sanat ve kültürün geleceği bu sınıfa dayanır ve ona bağlıdır. Burjuvazi, pazarlamada çeşitlemelerle aynı eski çürük savurganlığa hizmet etmeye devam edecek; sadece taktiklerini değiştirirler, zaten tarih önünde lanetlenmişlerdir.

Linkteki yazının çevirisidir: https://struggle-sessions.com/2021/06/12/bourgeois-culture-is-a-cadaver-it-cannot-produce-anything-new/

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu