EkolojiMakaleler

YORUM | Canlılar dünyasında kaos ve ölüm

Bir canlının ölümü gerici bir ideolojinin tüfeğine dolarak başka canlılara da ölüm saçıyor. Her iki ölüm de kapitalizmin ırmağından akıyor. Her iki ölüm de kapitalizmin yıkılmasını bekliyor.

Ülke gündemine ilişkin yaşanan değişimleri sıralamak bazen o kadar zordur ki, gündem fazlalığı kitlelerin algı biçimlerini parçalar. Böylesi koşullarda çoğunlukla kitleler birden çok şeyi düşünmeden kabul etme ve tavra dönüştürme eğilimindedir. Son süreçte algısal açıdan kabul gören ve şiddete dönüşen bir konu da “sokak” hayvanlarıdır.

Kayseri Hacılar’da köpek saldırısı sonucu 14 yaşındaki bir gencin hayatını kaybetmesinin ardından hayvanlara ve savunucularına karşı bir linç saldırısı gerçekleşti. Mehmet Özer adlı gencin köpeklerin saldırısı ile hayatını kaybetmesinin ardından bir çok yerde insanlar köpek zehirledi. Ateşe atarak yahut vurarak köpek katletti. Hatta kimi sosyal medya platformlarında “köpeksiz ülke” gibi sayfalar dahi açıldı. Özellikle sistem medyası bu konuyu öyle bir işledi ki, meseleyi cihada çevirdi.

Olayı dini veçhelerle süsleyip canlıların katledilmesine ideolojik temel dahi yaratıldı. Gayet açık bilinir ki, selefi inanç özellikle köpekleri lanetlenmiş canlılar olarak görür. Bu “abdest bozucu” canlılar özellikle Türkiye’nin siyasal-kültürel dönüşümü düşünüldüğünde, köpeklere dönük saldırıların temelinde İslamcı-selefi geleneğin cennet algısıyla bütünleşmiş sevap-din tüccarlığı yattığı görülmektedir. Ki Hacılar olayının ardından köpeklere yönelik şiddetin sosyal medya üzerinden görüntülerinin yayıldığı, köpeklerin vurularak ya da yakılarak öldürüldüğü örneklere rastlamak mümkündür.

Yaşanan ölümün ardından hayvan hakları savunucularına ve hareketlerine mizantropi (insan düşmanlığı) yaftalaması yapıldı.

Aynı yaftalama ve saldırı bir zamanlar feminist hareketlere dönük olarak erkek düşmanlığı şeklinde de yapılmıştı.

Ölen gencin ardından cenaze namazında müftünün hayvan haklarından bahsetmesi ve cemaatin buna tepki göstermesi tartışmaya değerdir. Köpeklerin saldırıları pekala mümkündür. Ancak bu güdü insan da dahil olmak üzere doğanın tüm varlığında bir koruma ya da yaşama tutunma biçimi olarak zaten bulunmaktadır.

Eğer ki bir saldırıdan bahsedeceksek burada tartışma doğanın üzerinde dahi hüküm ve kurallar yaratan; dini algıda “eşref-i mahlukat” olarak ifade edilen insan merkezlilik üzerine bir tartışma olmak zorundadır. Bu temelde de ilk planda bunun kurumsal aktörlerine değinmek gerekiyor.

 Devletin canlılara yaklaşımına dair

Öncelikle “Sokak” hayvanları olgusunu bir sorun olarak ele alan yaklaşımı tartışmak gerekiyor. Bu noktada konuya dair kavramsal algının sorun sözcüğü ile betimlenmesi bile yaklaşımın şiddeti barındırmasını sağlıyor. Bu durum kaynağında insan merkezli bir dünya tahayyülünün sonucu olarak vardır. Devlet bu kapsamda biçim ve şekil kazanmış, topluma yabancılaşarak kendi bekası için bu sistematiği işletmiştir.

Türkiye’de bu kapsamda devletin rengini görmek açısından 1911 yılında Hayırsız Ada örneği verilebilir. Sokaklardan toplanan yaklaşık 80 bin civarı köpek bu adaya aç ve susuz şekilde bırakılmış ve ölüme terk edilmiştir. Yine aynı dönemde 30 bin köpek imha edilmiştir.

Yine benzeri bir ideolojik-dini temele dayanarak bir hayvan katliamı da 3. Murat devrinde yaşanmıştır. Dönemin Rumeli Kazaskeri Molla Abdulkerim Efendi Cuma hutbesinde yaptığı çağrı ile İstanbul’da sayısı bilinmez miktarda maymunu astı.

Bu tür katliamlar hayvanları koruma kanunu çıkana kadar engelleyici hiçbir yasaya takılmadan tekrarlanmıştır. Öyle ki, 12 Eylül AFC’si döneminde dahi tekrarlanan örnekler bulmak mümkündür. 1984 yılı kayıtlarında 88 bin 153 köpek ve 3 bin 89 kedi katledilmiştir. 90’larda ise açılan barınaklar ise yapı itibariyle bir izolasyon merkezi olmakta, sağlıksız koşullar, yoğun kısırlaştırma programları eşliğinde hayvanların yaşamları zindan edilmektedir. Adı barınak olan bu mekanların hayvanları koruyucu hiçbir işlevi bulunmamakta, imha etmenin bir biçimi olmaktadır.

Güncelde ise, görünürde her belediyenin hayvan barınakları bulunmakla birlikte, buralarda canlıların sağlıksız koşullarda tutulduğu, şiddet altında bulunduğu, zorla kısırlaştırma ve hatta kimi yerellerde zehirletilme ile karşı karşıya oldukları bilinmektedir.

Doğal ortamlarının yok edilerek yaşam alanlarının bu denli sınırlandırıldığı koşullarda devletin temel yaklaşımı ise onların istifade edilebildikleri oranda var olabilme hakkı tanımaktan öte gitmemektedir.

Hacılar’daki köpek saldırısı sonrası belediyenin yaptığı açıklamada da bu yaklaşımın izleğini sürmek mümkündür. Belediye yaptığı açıklama ile sokaklardan 170 köpeği toplamıştır. Valilik ise katliam istercesine yasaklardan şikayetçi durumdadır.

Türkiye’de son süreçte siyasal iktidarın faşist karakteri ile canlılara şiddet arasında birbirini takip eden doz artışı görülmeyecek cinsten değildir. Kadınlara yönelik şiddetin katlanarak arttığı bir gerçeklikte, bunun bir ayağı devletin yaslandığı İslami ideoloji olurken, böylesi bir vakada da aynı ideolojik duvar hayvanlara yönelik saldırılara da sırt vermektedir.

 

Canlıların dünyasında bir derya zehir

Kuşkusuz modern dünya diye tariflenen sistemde insan doğaya yabancı ve ona aykırı bir varlık olarak bulunuyor. İnsan soyunun dünyaya egemenlik seyri açsından canlıların besin, binek hayvanı, tarım aracı vb çeşitlendirebilecek biçimlerde kullanılması esas itibarı ile elde ettiği doğaya karşı egemenlik, canlı türlerinin gayrı menfaatine çalışan bir makine olarak karşımızda duruyor.

Özellikle modern kapitalizmle birlikte radikalleşen bu süreç her gün bir canlı türünün soyunun tükendiği, canlı türlerinin genetikleri ile oynandığı bir aşamaya doğru ilerliyor. İnsanları yaşam alanları dahi bu türcü düzende kent tasarımları ile kendisini var ediyor.

Kayseri Hacılar’da yaşanan olay da tam olarak bu düzlemde bir yerlerde konumlanıyor. 14 yaşında bir gencin hayatını kaybetmesi üzücü bir olay olmakla birlikte bu olayı yaratan koşullar yine aynı insan egemenliğinin sonuçları ile üretiliyor.

Sokağa çıkıp gördüğümüz, pet shoplarda baktığımız, parklarda, bankamatiklerde uyuyan hayvanların varlığı, onlara yaşayacak alan bırakmayan bir tahakkümün sonuçları olarak var. Ve bu var oluş da dahil olmak üzere nerede bir tahakküm varsa orada devletin kapı komşuluğunu görmek mümkün.

Bu anlamda devletlerin, ülkelerin ve yek cümle emperyalistlerin yeryüzünün yıkımına çalışması, dönüp dolaşıp bize Hacılar’daki bir çocuğun ölümünü açıklıyor.

Bir canlının ölümü gerici bir ideolojinin tüfeğine dolarak başka canlılara da ölüm saçıyor. Her iki ölüm de kapitalizmin ırmağından akıyor. Her iki ölüm de kapitalizmin yıkılmasını bekliyor.

Bir ÖG okuru

Manşet fotoğraf: Gaia Dergisi

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu