Yorum

Türkiye Cumhuriyeti kime ait! -1-

Giriş:

Bu kısa araştırmada, “milli gelir” sorununu ayrıntılı olarak ele almayacağız. Devletin kime ait olduğu sorusu, gelir ve servet dağıtımın yanısıra işçi sınıfının ücretleri de dikkate alınarak cevaplandırılacaktır.

Kapitalizm öncesi özel mülkiyetçi toplumlar bir yana, kapitalist toplumda, topluma damgasını vuran iki sınıf vardır: İşçi sınıfı ve burjuvazi. Ülkede üretim yapan ve maddi servet birikimini sağlayan işçilerdir. Ancak, üretim yapan işçiler olmasına karşın, üretilen mal işçilerin olmayıp, üretim araçlarını elinde bulunduran burjuvaziye aittir. Bu anlamda, yaratılan milli geliri, işçiler ve burjuvalar eşit oranda paylaşmaz. İşçilerin yarattığı milli gelirin büyük bir bölümüne, ülke nüfusun çok az bir azınlığını oluşturan burjuvalar el koyar. İşçiler ise, üretimi yeniden üretmek ve burjuvalara devamlı artı-değer sağlamak için gerekli olan paylarını alırlar. Yani, ertesi gün yeniden çalışmak için enerjiye ihtiyacı olan işçiye, bu ihtiyacı kadar kendi yarattığı gelirden pay (ücret) verilir.

Kapitalist sistemde, hiçbir zaman “milli gelir” o ülkede yaşayanlar arasında “eşit” bir şekilde pay edilmez. Devlet iktidarını elinde bulunduran burjuva sınıfı, “milli gelir”in büyük bir bölümüne el koyar.  Sistem bunun üzerine kurulmuştur.

Kapitalizmde, dengeli ya da eşite yakın oranda bir paylaşım olduğunu söylemek yanıltıcı olur. Tersine, kapitalizm, eşitsiz gelişim üzerine şekillenir ve kapitalist toplumsal yapı da eşitsiz toplumsal yapıdır. Bir tarafta işçiler ve bir tarafta ise burjuvalar varsa, bunun anlamı, bir tarafta yoksulluk ve bir tarafta artan ölçüde zenginlik vardır.

Kapitalizm zenginliği her geçen gün daha bir azınlığın elinde biriktirirken, buna ters orantılı olarak da yoksulluğu ve sefaletin oranını genişletir.

 

Anayasal Haklar

Yazının başlığındaki soru sorulduğunda, herkesin vereceği cevap, ezici çoğunlukla, “bize ait” olacaktır. Bu “biz”in içinde, TC vatandaşı olan herkesi kapsadığı bir sır değildir. Gerçekten, bu cumhuriyet, TC anayasasına göre, TC vatandaşlarına ait. Ancak, işin gerçeği bu mu? 1982 Anayasa’sı ve daha sonraki eklemeler, birbiriyle çelişen maddeleri içerir. Birinde “özgürlük” verirken, bir sonraki madde özgürlüğün sınırlarını çizer. Bu anlamda aşağıya alacağımız 5. ve 10. maddeleri, diğer bağlayıcı maddelerden “bağımsız olarak düşünürsek” notuyla birlikte okunmalıdır.

Örneğin, halen yürürlükte olan 1982 Anayasa’sının 5. maddesinde “devletin temel amaç ve görevleri” şöyle tanımlanıyor. (Yeni yapılan başkanlık-diktatör anayasasında da bu maddelerde bir değişiklik yapılmıyor. 1925-1945 yılları arasında olduğu gibi tek partili ve tek şefli bir- islam- faşist diktatörlük hedefleniyor.)

“Devletin temel amaç ve görevleri, Türk milletinin bağımsızlığını ve bütünlüğünü, ülkenin bölünmezliğini, Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.”

İlk cümleyi bir kenara koyarsak, (ki, bu cümle, Kürtlerin ayrılma haklarını engellemek için konulmuştur) diğerleri, herhangi normal bir burjuva demokrasisinde olan ve burjuvazinin “temel insan hakları” dediği normlardır. Peki, burada yazılanlar Türkiye Cumhuriyeti devletinde herkese uygulanıyor mu? Yoksa, sadece devleti elinde bulunduranlar mı sahip?

Hangi sosyal hukuk? Hangi temel hak ve hürriyetler? Hangi maddi ve manevi varlığın gelişmesi için gerekli koşulların hazırlanması?

Yine aynı anayasanın 10. Maddesinde de şunlar yazıyor:

“MADDE 10- Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasî düşünce, felsefî inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir.

(Ek fıkra: 7/5/2004-5170/1 md.) Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet, bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür. (Ek cümle: 12/9/2010-5982/1 md.) Bu maksatla alınacak tedbirler eşitlik ilkesine aykırı olarak yorumlanamaz.

(Ek fıkra: 12/9/2010-5982/1 md.) Çocuklar, yaşlılar, özürlüler, harp ve vazife şehitlerinin dul ve yetimleri ile malul ve gaziler için alınacak tedbirler eşitlik ilkesine aykırı sayılmaz.

Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz.

Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde (ve her türlü kamu hizmetlerinden yararlanılmasında )  kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar.”

Ancak, bu maddelerin uygulanması bir yana, bu maddeler bütünüyle yok sayılmıştır ve göstermelik olarak anayasa maddesi içinde yer verilmiştir. Çünkü, bütün burjuva devletlerin anayasalarında bu maddeler vardır. TC devleti ise, uygulanmamak koşuluyla bu maddelere yazılı anayasalarında yer vermişlerdir. Uygulamalı anayasalarında ise, bu maddelerin tersi vardır.

Bugün, iktidarı elinde bulunduranlar hariç kime sorulursa sorulsun, bu maddelerin uygulanmadığını rahatlıkla söyleyebilir. Bir burjuva demokrasisinde olması gerekenler, Türkiye Cumhuriyeti devletinde uygulanmıyor. Türk devleti kendi anayasasını uygulamıyor ve hiç bir zamanda kendi yasalarına uymadılar. Yasalar, daima burjuva sınıfı lehine yorumlanır.

Burjuva devletlerinde yasaların burjuvazinin çıkarları doğrultusunda ve onları çıkralarını koruyacak şekilde oluşturulduğu bir gerçektir. Ancak, “herkes kanun önünde eşit” demek, koca bir yalandan öte bir şey değildir. İşçi sınıfı bunun gerçek olmadığını her gün yaşayarak görüyor.

Koç’un fabrikasında çalışan bir işçi, aynı yasa karşısında Koç ile eşit olmadığını biliyor. Her halükarda yasanın Koç’tan yana işlediğini ve sonucun Koç’un lehine sonuçlandığını görüyor.

AKP iktidarı ile 1982 anayasasının dahi çöpe atıldığı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın keyfi tutumuna göre hareket edildiği ve iktidarı elinde bulunduran burjuvazinin sermaye birikimini büyütmek için anayasada kısmen yer alan kitlelerin demokratik haklarının da rafa kaldırıldığı, onun yerine baskı ve devlet terörünün vahşice uygulamasının yürürlüğe sokulduğu bilinen bir gerçektir.

Burjuva ekonomi kitaplarında GSMH ya da daha dar anlamıyla GSYH (Gayri Safi Yurtiçi Hasıla); bir ülkenin bir yıl içinde üretilen mal ve hizmetlerin piyasa (pazar) fiyatları üzerinden parasal değeri olarak belirtilir. Marksist açıdan ise, kapitalist bir ülkenin bir yıllık milli geliri; bir yıl içinde işçi sınıfı (artı-değer üreten üretken emekçiler) tarafından üretilen değerdir.

Milli gelir kavramı, burjuva ve Marksist açıdan farklılıklar arzetsede (ki, biz burada bu ayrıntının tartışmasına girmeyeceğiz), biz burada yine de burjuvazinin kendi “milli hesaplaması”nı esas alacağız. Bunun içinde, TÜİK’in, Dünya Bankası’nın, İMF’nin ve diğer burjuva araştırma kurumların hesap verileri de sorunun anlaşılması için yeterlidir.

Şimdi bu cumhuriyetin kime ait olduğunu verilerle ortaya koyalım.

Sahiplik ve aitlik, gelire katkı ve bu gelirden alınan payla direkt ilgilidir. Mili gelire katkı yapanlar, bizzat üretimde bulunanlardır. Yani çalışanlardır. Çalışmayanların milli gelire katkısı söz konusu olamaz. Eğer çalışmayıp milli gelirden pay alıyorlarsa, çalışanların hakkını çalıyordur. Çalışmadan, milli gelirden çalışanlardan daha fazla pay alıyorsa, bu açıktan bir sömürüdür. Çalışanların haklarının gasp edilmesidir.

En basit anlatımla ortada bir Türkiye pastası vardır. Bu pastadan herkes eşit derecede dilim alırsa tam eşitlik olur. Türkiye nüfusunu düz hesapla 80 milyona bölelim. Pastanın 80 milyon dilime bölünmesi gerekir. Eğer çalışabilecek durumda olanların tümü çalışıyorsa ve eşit oranda pastadan dilim alıyorsa, kimse kimseyi sömürmüyor denir.

Ne var ki, durum böyle değildir. İşçiler çalışır ve pastanın en küçük dilimini alırlar. Yine Koç örneğini verirsek; Koç’un milli gelirden aldığı payla, Koç’un fabrikasında asgari ücretle ya da biraz fazlasıyla çalışan işçilerin milli gelirden aldıkları pay aynı oranda değildir. Koç, çalıştırıldığı tüm işçilerin toplamının milli gelirden aldığı paydan daha fazlasını alır.

Kişi başına milli gelir hesaplanırken, yıllık ortalama GSMH toplamı toplam nüfusa bölünür ve buradan çıkan sonuç, “kişi başına milli gelir” diye hesaplanır. Oysa, GSMH 78 milyon Türkiye nüfusuna bölünürken, Koç’un fabrikasında asgari ücretle çalışan işçiyle Koç’un aynı oranda milli gelirden pay aldığı varsayılıyor.

Bu doğru bir yöntem değildir. Ancak, burjuvazi, herkesin gelirinin eşit olduğundan ya da böyle göstermek istediğinden dolayı, milli gelirin “eşit” oranda paylaşıldığı yalanına kitleleri inandırmaya çalışıyor.

Örneğin, burjuva iktisatçıları; yıllık milli geliri toplam nüfusa bölerek, “kişi başına şu kadar dolar düşüyor” diye övünürler. Türkiye’de kişi başına “10 bin ABD doları düşüyor” diyerek, Türkiye ekonomisinin büyüdüğünden dem vurular. Oysa, ortada bir büyüme söz konusuysa büyüyen emekçinin payı değil, burjuvazinin payıdır.

Örneğin, Koç’a bağlı Arçelik fabrikasında aylık net 1.300 TL alan bir işçinin yıllık net geliri 1300×12: 15.600 TL yapar. Tek başına Koç Holding yönetim kurulu başkanı M. Koç’un (ölmeden önce) yıllık kişisel geliri, servet olarak 2.5 milyar dolar. Koç ailesi işçileri çalıştırarak zengin olurken, Koç’un fabrikalarında üretimde bulunan işçiler ise çalışarak yoksul kalıyor. Ya da Credit Suisse’nin 2015 yılı servet raporuna göre hareket edersek, Türkiye’de yetişkin kişi başına 19.300 dolar servet düşüyor. Türkiye’de TÜİK hesaplarına göre ise yetişkin sayısı, yani çalışabilecek durumda olanların sayısı 53milyon 83 bindir.

Dünyanın en zenginleri listesinde yer alan Murat Ülker’in kişisel serveti ise 4.4 milyar dolar. Oysa Ülker’in fabrikalarında çalışan toplam işçilerin bir yıllık servetlerinin bu rakamın çok çok altında olduğu bilinen bir gerçektir.

Koç vb.lerinin Türkiye Cumhuriyeti devletindeki söz ve etki alanı milli gelirden aldığı payla orantılıdır. Onun söz hakkı milli gelirden aldığı pay kadar söz hakkı olduğu gibi, devlete hükmetme hakkı da o orandadır. Yani, TC devletindeki etkisi, onu etkilemesi, yönetmesi ve kendi çıkarları doğrultusunda kanunlar çıkarması, pasatadan aldığı pay kadardır. Bu oran bazen az bazen ise çok olabilir. Ama mutlak bir şekilde aldığı payı kadardır.

M. Koç, 2014 Mayıs’ında gerçekleştirdiği, “bayiler toplantısında”  yaptığı açıklamada:

“Koç Topluluğu’nun 123,5 milyar TL ile Türkiye milli gelirinin % 8’ine eşdeğer kombine ciro yarattığını, vergi gelirlerinin % 9,4’ünü, ihracatının ise % 10’unu sağlıyormuş. ”

 

Devam edecek

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu