DünyaGüncelMakaleler

Makale | Şeyh Abdülkadir Direnişi

16.yüzyılın başlarında Cezayir ile ticari ilişkilerini geliştiren Fransa, 1830 yazında Cezayir’i işgal etti. Bu işgal aslında Fransa’nın Cezayir’i kendi toprağı olarak görmesine dayanıyordu.

16. yüzyılın başlarında Cezayir ile ticari ilişkilerini geliştiren Fransa, 1830 yazında Cezayir’i işgal etti. Bu işgal aslında Fransa’nın Cezayir’i kendi toprağı olarak görmesine dayanıyordu.

Cezayir’in sömürgeleştirilmesinden öte bu toprakların ele geçirilmesine dayanan işgal, vahşet ve kıyımı beraberinde getirdi. Amaç Cezayir nüfusunun kıyıma uğratılarak bölgenin insansızlaştırılmasıydı. Ancak 1830’da başlayan işgal ve direniş, Fransa’yı şaşkına döndürdü.

1870’e kadar süren bir direniş ile Fransa adeta Cezayir’e hapsoldu. Direniş Şeyh Abdulkadir Direnişi’ydi.

1830’da Fransız işgalcilerin Müslüman mezarlarını açarak kemikleri şeker rafinerisinde kullanmak üzere Marsilya’ya göndermesi üzerine ivme kazanan direnişte İslami vurgular olmakla beraber direnişin önderi olan Şeyh Abdülkadir tüm çelişkileri tek bir çatı altında örgütleyerek ciddi bir kitleye önderlik ediyordu.

Şeyh Abdulkadir’in bu duruma ilişkin değerlendirmesi şu şekildeydi; “Ticaret durgunlaşıp, tarım zayıflayınca ve güvenlik ortadan kalkınca şerifler, ulema ve ileri gelenler birleşerek aralarında Emirliğin özelliklerine sahip birini seçmeye ve ona itaat etmeye yemin ettiler.” Bu aynı zamanda Şeyh Abdulkadir’in direnişin nasıl önderi olduğunun da detayıdır. Şeyh Abdulkadir ulemanın bir araya gelerek kendisini önder kabul etmesi ile bu direnişi başlatmıştır.

Zira Abdulkadir’e göre mutlak önderlik olmadığı sürece  direnişe bağlılık ve inanç sekteye uğrayacaktı.  Bu zaman içinde Abdulkadir’i direnişin önderi yapmakla beraber ona ruhani bir misyon da katıyordu.

 

İnanç ve ekonomik sorunların iç içe geçişi

Cezayir burjuvazinin Fransa’nın işgali karşısındaki hoşnutsuzluğu, iktisadi temellere dayanırken bunun inanç ile harmanlanması çelişkileri daha farklı boyutlara taşımıştır. Dini ulema aynı zamanda Cezayir burjuvazisini oluşturuyordu.

İlk başlarda var olan direniş, ekonomik temellere dayanırken burjuvazi kendi imtiyazları doğrultusunda Fransa ile belli anlaşmalara yanaşma eğilimi de göstermiştir.

Hal böyle olunca Şeyh Abdulkadir direnişi inançsal boyutlarla yorumlamaya başladı ve cihad ilan etti. Abdulkadir’in direnişi dini bir biçime büründürmesi ile tüm kartlar tekrar dağıtılmaya başlandı.

Burjuvazinin belli imtiyazlar ekseninde varmaya çalıştığı anlaşma ve bunu halk içinde belli kisvelerle anlatmaya çalışmasının önüne din ile geçilmiş oldu. Abdulkadir’in cihad ilanının ardından Fransa ile kurulacak siyasal ve iktisadi her türlü ilişki dine ihanet olarak ilan edildi.

Bunun üzerine Fransızların işgalden iki ay sonra dinî vakıflara el koyması, direnişe katılmayan feodal-dinî cemaat ve kabile şeyhlerini de harekete geçirmiştir. Kırsal kesimlerde giderek yayılan bu direniş zaman içinde Fransa’dan kurtardıkları bölgelerde illegal esaslara dayanan ve yer altı bir devlet örgütlenmesine dönüştü. Maskara’da bir camide toplanan şeyhler ve ulema, bir kongre gerçekleştirerek mutlak emir kabul ettikleri Şeyh Abdulkadir’e biat ettiler.

1843’te cihat çağrısı yapan Şeyh Abdulkadir Fransız ordusunu Sidi İbrahim’de büyük bir yenilgiye uğratarak önderliğini bu şekilde duyurdu. Şeyh Abdulkadir’in kırsal bölgelerde gerçekleştirdiği örgütlenmeler neticesinde bölgede var olan selefi ve pasif dini örgütlenmelerin de önüne geçen Şeyh Abdulkadir, yaptığı açıklamalarla salt askeri bir direniş ortaya çıkarırken tüm siyasal kabiliyeti de kendisinde topladı.

Direnişin önündeki “engel” Şeyh Abdulkadir

Fransa’nın Abdulkadir’in varlığına yönelik duyduğu öfke, direniş ile giderek büyürken bu direnişin ortaya çıkardığı bir zaafiyet de söz konusuydu.

Bu zaafiyet daha çok Abdulkadir’in direnişin önüne geçen siyasal varlığıydı. Özellikle Sidi İbrahim zaferinin ardından bölgeye oldukça büyük bir yığınak yapan Fransa, bölgede gerçekleştirdiği katliamla korku dağları yaratmaya başladı.

Fransa açısından da durum farklılık arz ediyordu. Şeyh Abdulkadir’in ele geçirilmesi direnişin bastırılması için yeterliydi. Bunun farkında olan Şeyh Abdulkadir, kendi varlığının ve yokluğunun direniş gelenek ve kültürünün sekteye uğratmaması için ulema ve cemaatlerle toplantılar gerçekleştirmeye başlamıştır.

Tüm bölgelere bununla ilgili fetvalar gönderen ve illegal toplantılar göndererek direnişin tek bir kişinin kaderi ile bütünleşmesinin direnişe ihanet olacağını belirtti. Ona göre direniş “bir önderlik işinden çok bir inancın ayakta kalması için nefsin ve benliğin teslim yok edilerek cemaatin ve topluluk için feda edilmesidir.”

Abdulkadir bu çalışmalar ekseninde komiteler örgütlemiş ve bir devleti andıracak şekilde bakanlıklar kurmuştur.

Halkın ekonomik ve siyasal ihtiyaçlarını organize edecek örgütlenmelerin yanında aynı zamanda bunların korunması içinde askeri örgütlenmelerin de kurumsallaşmasını sağladı. Şeyh Abdulkadir merkezli toplanan direniş zaman içinde bu merkezden koptu. Fransa, Şeyh Abdulkadir merkezli saldırıları devam ederken teslim olmaması halinde katliamlara ağırlık vereceğini ilan ediyordu.

Direniş açısından gerekli kurumsallaşmayı gerçekleştirdikten sonra Abdülkadir, 1847’de Fransızlara teslim oldu. Abdulkadir’in teslim olması karşısında direnişin sona ereceğine dair tezler ise bir anda çöktü. Fransa birliklerine dönük eş zamanlı saldırılar gerçekleştirildi. Oluşturulan örgün örgütlenme sayesinde, direniş sürdü.

Özellikle dağlık Kabila bölgesinde köylü ayaklanmaları gerçekleşti. 1870’e kadar süren direniş, yerli halkta köklü bir direniş ahlâkı, direniş geleneği yerleşmesini sağladı. Daha çok kırsal bölgelerde kazanılan bu direniş geleneği şehirlerde farklı bir biçime büründü. Abdulkadir’in halife sıfatı ile ilan ettiği cihat kendisinin yokluğunda fıkıh gereği boşa düşecekti.

Bunu fırsat bilen bürokrasi ve ticaret burjuvazisinin işgalcilerle işbirliği yaparak bu direniş geleneğinin dışında kaldı ve Cezayir halkına ihanet etti. (Bir ÖG okuru)

 

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu