GüncelMakaleler

18 MAYIS | YORUM- Dorukları Fethetme Cesareti ve Komünist Önder Kaypakkaya

Gerçeklerin devrimciliğini bizlere bu mücadele içerisinde yitirdiğimiz yoldaşlarımız, pratikleri ve söylemleri ile göstermişlerdi, göstermeye devam ediyorlar.

Günümüz koşulları distopik bir romanı hatırlatıyor bizlere. Sadece bilfiil örgütlü mücadele içerisinde olanlar için değil, yönetenler ve büyük patronlar haricinde bütün bir toplum için bir distopya.

Mevcut gerçeklik ne yana dönersek dönelim kendisini dayatıyor ve faşizm koşulları, ekonomik kriz, yönetme krizi ile beraber daha da katmerli bir hal alıyor. 71 Devrimci kopuşu ve Komünist Önder Kaypakkaya’nın politik devrimciliği de bu ve buna benzer koşullar içerisinde, bir umut olarak açığa çıkmıştı.

Bu koşullarda, Kaypakkaya’nın katledilişinin tarihi olan 18 Mayıs yaklaşırken, hala ondan öğrenecek çok şeyimizin olduğu, onu anlamak adına daha çok çaba sarf etmemiz gerektiği de gün gibi ortada duruyor.

Bir yanda Kürt ulusuna yönelen ve mücadelenin her alanına yansımaları olan saldırılar dururken, diğer yanda; patronların serveti her geçen gün büyürken, halkın yoksulluk içerisinde yaşaması duruyor. Kitle hareketleri belli bir ivme içerisindeyken, gençlik ve kadınlar gündeme bu hareketliliği kazandıran konumda bulunuyor.

Yani karmaşık, gürültülü, bir o kadar zorlu bir sürecin içerisindeyiz. Ancak bütün bunlar umut etmek için, gerçekleşmesi imkansız gibi görünse de, hayal kurmak için yeterince geçerli sebepler. Gerçeklerin devrimciliğini bizlere bu mücadele içerisinde yitirdiğimiz yoldaşlarımız, pratikleri ve söylemleri ile göstermişlerdi, göstermeye devam ediyorlar.

Yürünen yolun “imkansızlığı” her geçen gün, kendini daha fazla açığa vurdukça, o yolda yürüyenler için daha ısrar edilesi hale geliyor, mücadele daha gerçekçi, mümkün bir sona, daha doğrusu devamlı hareket halinde, bir sonsuzluğa evriliyor.

“Hiçbir şey zor değildir bu dünyada”

Kaypakkaya’nın dorukları fethetme cesaretine diyecek yok! Mücadelenin gerekliliklerini kavramak adına kitlenin yol göstericiliğinde, tarihi okuyarak, araştırma ve incelemelerle; teori ve pratiği bir bütün halinde ele alarak yola koyulmasına da.

Ve onun pratik-politik devrimciliğini esas alan yoldaşları da onun inancı başta olmak üzere; kitle hareketleri ile ilişkisini, nerede bir hareketlilik görürse oraya yönelmesini esas almak, pratik-politik devrimciliğin özünü kavramak gibi sorumlulukların bilincinde olmak durumundalar. Kaypakkaya ve onun devrimciliği bir demirci ustasının özenle işlediği, kapalı kutularda saklanacak o demir, kalıplaşmış birkaç sözden ibaret değil.

Yol gösterici, fakat mutlak değil. Onu bir mutlaklığın içerisine hapsetmek onu değersizleştirmenin en kısa yoludur. Çünkü bizzat Kaypakkaya, içerisinde olduğu mutlaklığı, Kemalizm’e yönelmeyen okları, Kürt ulusunu yok sayan, aydınlanmacılığa, burjuvaziye hayran devrimciliği gayet devrimci, Marksist bir tutumla alaşağı etmiştir.

Şimdiki bakış açısı ile kulağa epey kolay gelen bu adımlar, kanser hücresine dönmüş anlayışlar kendisini çepeçevre sarmışken atılmıştır. İçerisine doğduğu karanlıktan kendi ışığını yontarak çıkmıştır.

Kaypakkaya’nın kopya edilecek bir tarafı var ise o da budur; hiçbir şeyin zor olmadığına ve daha önemlisi bilime olan inancı, mutlaklığa karşı Marksizm’i kuşanarak yürüttüğü savaşı!

“Devrim kitlelerin eseridir”

Toplum içerisindeki kutuplaşma, eşitsizlik o kadar derin bir hal almış durumda ki, sözünü ettiğimiz distopik koşullar karşısında sus pus oturan, itaat eden değil, bir yerlerden kıvılcımlarla ateşi harlamaya çalışan bir kitle var. Bu kıvılcımlar İstanbul’da bir üniversitede, Karadeniz’de bir köylü direnişinde ya da kadınların “yaşamak istiyoruz” sloganlarında, sokaklarda bütünlüklü bir hal alıyor.

Kitlenin içerisinde olduğu bir çıkmaz var ve bu çıkmaz bizleri de içine alan bir kaosa dönüşmeye yüz tutmuş durumda. Kaypakkaya’nın bizlere bıraktığı en önemli miraslardan biri de bu; kitlenin içerisinde ama aynı zamanda kitlenin yönlendiricisi de olmak!

Onun ve elbette bizim rehber edindiğimiz MLM bilimi de aynı yolu göstermekte. Burada kitleyi yönlendirmekten kasıt elbette ki kitleye hitap etmeyen bir biçimde, öncü mantığı ile “işçi sınıfının yegâne temsilcisi biziz” popülist naraları atmak değil.

Kitleye ulaşmanın, bütünleşebilmenin yollarını arayarak, halk için(!) ama halk olmadan yürütülen devrimcilik anlayışından vazgeçilmekle işe başlanmalıdır.

Cüret ve cesaret ancak böylesi bir durumda, yani MLM bilimi ile birleştiği noktada ezilenlerin tarafını güçlendirebilecektir. Kaypakkaya’nın zindandaki direnişi şimdiye kadar çok fazla örnek gösterildi ve gösterilecektir. Ancak yinelemekte fayda var; onun cüreti ve cesareti sadece işkencede değil yaşamının her alanında, en çok da kitlenin içerisinde vücut bulmuştur.

Kitlenin olduğu yerde illa ki bir kıvılcım ve bu kıvılcımdan bir yangın açığa çıkacağından söz etmiyoruz ancak her imkan zorlanmalıdır, zorlanmaya değerdir. Kaypakkaya’nın kısa ama yoğun devrimci yaşamı bize bunu göstermektedir.

Bir diğer nokta şudur ki; “Devrim kitlelerin eseri olacaktır” fikrini kendisine şiar edinmiştir ancak revizyonistlerin bu fikri çarpıtmasına da tahammülsüz olunması gerektiğini ısrarla vurgulamıştır Kaypakkaya.

Çünkü devrim ne kitlelerin kendiliğinden mücadelesi arkasından sürüklenmekle, ne de bu mücadeleyi yok saymak ve öncü mantığı devreye sokmakla gerçekleşecektir. Onun söylemleri, eleştirileri tam olarak pratiğinde vücut bulmuştur.

Yığınların hali hazırda harekete, devinime zorlandığı bu süreç birleşik mücadeleyi de aynı oranda dayatırken, Kaypakkaya yoldaşın bu konuda, Şafak Revizyonistleri’ne yönelik eleştirilerini hatırlamak gerek.

Birleşik mücadeleyi salt birlikte bildiri yayınlamak ile sınırlayan bu kliğin kastının, yığınların gerisinde ve onlarla hiçbir bağı olmayan, dinamik bir güç olan gençlikten kopuk, faşizmin saldırıları karşısında hareket kabiliyeti olmayan bir güç birliğinden ibaret olduğunu Kaypakkaya’nın yazdıklarından hatırlayalım.

Elbette ki anın ihtiyacı olan birleşik mücadeleyi, revizyonistlerin burjuvazi ile yaptığı “güç birliği” ile eşitlemek gibi büyük hatalara düşmeyeceğiz. Ancak birleşik mücadelenin neden ihtiyaç olarak açığa çıktığını, faşizm koşullarının ne tür bir mücadeleyi şart koştuğunu görebilmek adına bu eleştirileri samimiyet ile okuyabilmek gerekmektedir.

Her zaman için kitlenin olduğu yerde kendini var eden bir devrimci çizgiden söz ederken, kitleden tecrit olmuş bir mücadeleyi (birleşik mücadele dahil) yeğ tutmak salt propagandist, popülist bir tutuma tekabül eder. Anın ihtiyacı bu olduğu halde, birleşik mücadele politikaları doğru kavranmadığı sürece birleşik mücadele de büyütülemez.

Onu Anmak/Anlamak

Katledilişinin üzerinden 48 yıl geçmiş olmasına rağmen, hala Kaypakkaya’yı anlamaya çalışmak, onun yarattığı büyük kopuşu putlaştırmak adına harcanan çaba kadar, anlama uğraşı olmadığının bir kanıtıdır. Ezbere konuşmak kolaydır, iki kelam ile propaganda etmek de pek zor sayılmaz.

Ama ezberleri yıkıp, onu anmanın gerçek anlamına ulaşmak, yani onu, kendisinin Marksizm’i kavradığı gibi kavramak zor ve devrimci olandır.

Kaypakkaya bir kopuşun, teorinin pratik ile birleştiği noktanın temsilcilerindendir. Mevcut durumda Kaypakkaya’nın bu kopuşunun mirasçısı olmak, salt onun cüretini savunmak ve söylediklerini tekrarlamak ile gerçekleşmeyecektir. Pratiğini tekrar etmek de değildir onu savunmak. Özünü kavrayarak, kitlelerden beslenen ve kitleler ile buluşan, onun öğrendikleri ve öğrettikleri ile mücadelenin her alanında dorukları fethetme cesaretine sahip olmaktır.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Diğer içerik
Kapalı
Başa dön tuşu